2012
yılının ortalarında yazdığım ve kendi bloğumda yayınladığım “İran ile Turan,
Delilsiz Tarih olur mu?” başlıklı kitap eleştirisi,[1]
olumlu olumsuz çeşitli eleştiriler almıştı. Ancak o günden sonra, ülkede
yayınlanan bazı kitapları daha eleştirel gözle görmeye ve buna uygun şekilde
bakmaya başladım. O kitapta rastladığım yanlışlıkların benzerleri ve belki daha
da ağır ve fahişleri başka bazı kitaplarda, makalelerde ya da kısa yazılarda da
karşıma çıkmasına rağmen
şimdiye kadar, fazla bir şey yazmak istemedim. Bunun
bir sebebi işlerimin yoğunluğudur.
Son
zamanlarda, özellikle internet üzerinde gördüğüm bir ismin, Yrd. Doç. Dr. Osman
Çataloluk’un “Türk’ün Genetik Tarihi” isimli çalışması da[2]
uzun müddettir ilgimi çekiyordu. Kitap Eylül 2012’de basılmasına rağmen ancak
elime geçti. Okumaya başladım ve bu sayede yeni bir eleştiri yazmamın vakti
geldiğine kanaat getirdim.
Bu
eleştiride de, adetim olduğu üzere, kendi alanım olmayan konulara, yani kitabın
ana fikri olan genetikle alakalı kısımlara –bir nokta dışında- değinmeyeceğim.
Zira herkes, kendi alanıyla alakalı konuşmalı, yazmalı diye düşünmekteyim.
Bu
kısa ama gerekli girizgahtan sonra asıl konumuza, yani yukarıda bahsettiğimiz
kitap hakkındaki kendi düşüncelerimize geçelim.
Kitap
Önsöz ve Önsözden sonra yazılan “Rüya” isimli kısımla birlikte toplam 42
başlıktan ibaret, kaynakça kısmı dışında toplam 426 sayfadan oluşmakta. Gerek
önsöz, gerekse adından da anlaşılacağı üzere “Rüya” adlı kısım bilimsellik
iddiasında olan bölümler olmadığından (ve olamayacağından) bu konulardaki
gözlemlerimizi de kendimize saklıyoruz.
“Haplogrup Nedir?”
adını taşıyan ilk bölüm dna ve genetikle ilgili olduğundan daha evvel de
belirttiğimiz gibi, uzmanlık alanımıza girmeyen bu bölümde verilen bilgilerle
alakalı olumlu ya da olumsuz bir eleştiri getirmeyeceğiz. Bu bölümün devamında
“İnsan İnsanın Kurdudur Lafını Doğrulayan Millet” başlıklı kısım da, bir
öncekinde olduğu gibi yine dna ve genetik ağırlıklı bir bölümdür. Ancak bölüm
içinde bazı kısımlara değinmeden de geçmek istemiyoruz. Dikkat çekmek istediğim
ilk cümle “… Malatya’ya Kök, Konya’ya İlk, Bayburt’a’ da Ata demek gerekir!
Zira biri ata R1’in memleketi, diğeri ise R1b’linin Anadolu’da ilk yurdu diğeri
ise R1b’li Hurrilerin başşehridir”[3]
cümlesidir.[4]
Yazarın burada kast ettiği ve pek çok yerde de ileri sürdüğü savlardan birisi
ve belki de en önemlisi Çatalhöyük’te bulunan kemiklere yapılan ölçümler
neticesinde Türklerin buralarda yaşadığı ya da burada yaşayan halkın Türklerle
akraba oldukları, aynı soydan geldikleri iddiasıdır. İddia diyoruz, çünkü
Çatalhöyük ekibinde antropolog olarak görev yapan bir akademisyenle yaptığımız
görüşmede “Çatalhöyük'de 3
farklı zamanda farklı laboratuarlara DNA çalışmaları yapılmak üzere örnekler
gönderildi. fakat başarılı sonuç alınamadı”
şeklinde bir cevap aldık. [5]
Ayrıca yine konuyla alakalı yaptığımız kısa araştırmada İngiliz Arkeolog ve
Antropolog Colin Renfrew’in bir söüne rastladık: “It would have
been better to use DNA samples to look for kinship, says Colin Renfrew, of the
University of Cambridge. "I have always been rather unimpressed by dental
data as indicating biological kinship."
However, Çatalhöyük's warm climate may have long since
destroyed the skeletons' DNA, Renfrew adds. DNA has been recovered from German
Stone Age farmers, but in that case researchers did not attempt to discern
their social structure”[6]
Yine de başta söylediğimiz gibi DNA ve Genetik alanımız
değildir ve alanımız olmayan konularda konuşmayı doğru bulmuyoruz. Yukarıda
kitaptan alıntıladığımız cümlede bizi asıl ilgilendiren kısım Bayburt’un
Hurriler’in Başkenti olduğu şeklindeki sözdür. M.Ö. 3 binlerin başlarından 2.
Bin yılın ikinci yarısına kadar Doğu Anadolu’da Kızılırmak’tan, Hazar Denizi’ne
kadar uzanan arazide yaşayan ve konar göçer yaşadıkları genel kabul gören
Hurrilerin bir başkentinin olduğu, hele de bu başkentin Bayburt olduğunu şimdiye
kadar hiçbir bilimsel çalışmada göremedik. Sırası gelmişken söylemekte yarar
var, yazar genetikle alakalı konular dışında, çok fazla değindiği tarih,
arkeoloji ve dil konularında, yani kendi alanının dışında olan konularda kaynak
göstermiyor. Bunun sebebi ne ola ki acaba?
Bir de kişisel olarak anlamakta zorlandığım bir konu da,
özellikle Türk Eskiçağ Tarihiyle alakalı yazanların, çizenlerin Kutsal
Kitaplara atıfta bulunmaları. Daha evvel de yazmıştık bunları, başı sıkışan
hemen “Kuran’da şöyle buyurulur:….”, “Tevrat’ta böyle yazıyor” türü göndermelere
başlıyorlar. Müsbet ilimler tartışma yoluyla gelişir. Dini kitapların referans
gösterilmeleri, ileri sürdüğünüz konunun tartışılmasını olanaksız hale getirir.
Bu yüzden bu şekilde göndermelerden mümkün olduğu kadar kaçınılması gerekir.[7]
Tabii eğer yazar, ileri sürdüğü görüşün tartışılmasını istiyorsa.
Yazar bir ara başlık mı, yoksa kısa bir paragraf mı olduğu
belli olmayan bir sözü yazmış: (Onlar ne doğudandır ne de batıdan, Kuran’dan
bir ayet).[8]
“Bunun burada ne işi vardır” sorusunu bir kenara bırakarak şunu söylemek
istiyorum, daha evvel hiçbir Kuran alıntısında böyle bir alıntıya rastlamadım.
Bir ayet ama acaba hangi ayet?
Aynı sayfada şu cümle de dikkatimi çekiyor: “Günümüzden 18
bin yıl evvel Doğu Asya’da tek bir dil konuşuluyor ve herkes birbirini
anlıyordu.” İlginç.
Ve geliyoruz asıl bombalara: “Batıya giden çoğunluğunu
R1a’lıların oluşturduğu kafilenin Avrupa’da ilk karşılaştığı insan ilkel Cro
Magnon’du. Burada bu mağara adamlarına insanlık öğretildi.”[9]
Tabii burada kalmıyor ve okumaya devam ediyoruz: “Kültür aşısı yapıldı ve
birlikte yaşamaya başlandı. M.Ö. 12.000’lerden M.Ö. 1.000’lere kadar bütün
Avrupa’da hakim kültür protoTürk Kültürü, başat dil de Türk Dili idi. Zamanla
adam ettiklerinin sayısı çoğalınca onların toplumları da ele geçirildi hem de
ormanda ya da mağarada yaşar halde bulup adam ettikleri ya da baş eğdirdikleri
tarafından. Mağara adamları medeni bozkırlının bütün teknik ve maharetlerini
öğrenince ya da yönetimi ele geçirince efendilerine ya tamamen kıydılar ya da
mankurtlaştırdılar. Ölüm acısıyla korkutarak kendi dillerini konuşmaları
yasaklanınca dillerini unuttular.”[10]
Bu yazılanlar güzel bir film senaryosu olabilir. Ama ya gerçekler?
Gerçekler tabii kimsenin bilemeyeceği şeyler. Zira yazı
yok. Yazı olmayınca dil de yok. Dil olmayınca da atış serbest!
Yine yukarıda M.Ö. 12.000’lerden itibaren olduğu ileri
sürülen hakimiyet bir alt paragrafta M.Ö. 16.000’lere giderken[11]
bir sonraki sayfada yine M.Ö. 12.000’lere çekilir.[12]
Aynı sayfanın sonunda Kelt soyundan Galatlar da Türk
yapılmakta. [13] İşin tuhafı,
ilerleyen sayfalarda zamanla Anadolu’da nüfus kalmamıştı diyen yazar, burada
1924 yılındaki Mübadele’de Yunanistan’a gönderilen Karamanlıları bu Galatların
torunları olarak addediyor. [14]
Aynı sayfada şöyle bir suçlama da var: “Kim ne derse desin
Turova R1b’li ve protoTürktür! Kim buna Troya diyorsa batının maşalığını
yapıyor demektir!”[15]
İyi de kıymetli yazar burada neden Turova dediğini, M.Ö. 2.200’de protoTürkler
tarafından kurulduğunu iddia ettiği şehirde yazıyla alakalı olarak nelerin
ortaya çıkarıldığını söylemiyor. Turova söyleyişi acaba nereden çıkmıştır?
Acaba Fransızca Truva sözcüğünden mi aparılmıştır? Öyleyse neyin, kimin
maşalığı?
[2] Osman Çataloluk,
“Türk’ün Genetik Tarihi, Togan Yay. Istanbul: 2012
[3] Not:
Yazım ve imlâ hatalarına dokunulmamış, olduğu gibi verilmiştir.
[4] Sf. 25.
[5] Bahsi
geçen akademisyenle ilgili olarak, kendi ismini yayınlama noktasında izin
almadığımızdan burada ismini zikretmedik.
[7] Tabii bu
sözümüz ilahiyat konusunda çalışanları kapsamıyor.
[8] Sf. 27.
[9] Sf. 27.
[10] Sf. 28.
[11] Sf. 28.
[12] Sf. 29.
[13] Sf. 29.
[14] Sf. 30.
Hep yazmışsiniz Osman bey kitabında çok yerde Kaynak göstermemiş ama siz de en onemli noktada Kaynak göstermiyorsunuz ki. Ozaman ne farkiniz var? yazmışsiniz Çatalhöyük'de 3 farklı zamanda farklı laboratuarlara DNA çalışmaları yapılmak üzere örnekler gönderildi. fakat başarılı sonuç alınamadı” şeklinde bir cevap aldık. Simdi birakin belgeyi adamın adini bile yazmamışsiniz. Bu nasıl bi eleştiri acaba.
YanıtlaSil