6 Kasım 2017 Pazartesi

DİL MESELEMİZ

"İdeoloji ve siyaset birbirinden farklı iki alandır. İkisinin birbirine karıştırıldığı ya da birinin diğerinin yerine konup o şekilde yazılıp çizildiği sıkça görülmekle birlikte ikisi arasında fazla bir yakınlık yoktur. Her ideolojik grup kendi içinde bir dil geliştirir. Bu şekilde bir aidiyet duygusuyla birlikte duygu birlikteliği de yaratılır."

Yazının tamamını okumak için: http://www.sabithaber.com/dil-meselemiz-7002/

16 Ekim 2017 Pazartesi

PSEUDO-HİSTORİANLARA YASAL UYARI!

Son zamanlarda ortalıkta dolaşan ve içeriğinden dolayı düpedüz kendilerini ihbar eden bir "haber"e istinaden, işi bilen-bilmeyen pek çok kişi o linki paylaştı. İnternet sitesindeki bahse konu yazıda ismi geçen isimler hakkında yarın-öbür gün Kültür Varlıkları Kanunu'nun aşağıya eklediğim maddelerine istinaden dava açılırsa şaşırmayacağım. Öbür taraftan aynı yazı içinde, ülkenin en önemli arkeoloji kurumlarından birisine atılan desteksiz iftiralar da var ki bunu ilgili kurumun cevaplaması yerinde olacaktır.

"Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını bulanlar, malik oldukları veya kullandıkları arazinin
içinde kültür ve tabiat varlığı bulunduğunu bilenler veya yeni haberdar olan malik ve zilyetler, bunu en geç üç gün içinde, en yakın müze müdürlüğüne veya köyde muhtara veya diğer yerlerde mülki idare amirlerine bildirmeye mecburdurlar.

Bu gibi varlıklar, askeri garnizonlar ve yasak bölgeler içinde bulunursa, usulüne uygun olarak üst komutanlıklara bildirilir.

Böyle bir ihbarı alan muhtar, mülki amir veya bu gibi varlıklardan doğrudan doğruya haberdar olan ilgili makamlar, bunların muhafaza ve güvenlikleri için gerekli tedbirleri alırlar. Muhtar, aynı gün alınan tedbirlerle birlikte durumu en yakın mülki amire; mülki amir ve diğer makamlar ise on gün içinde, yazı ile Kültür ve Turizm Bakanlığına ve en yakın müze müdürlüğüne bildirir.

İhbar alan Bakanlık ve müze müdürü bu Kanun hükümlerine göre, en kısa zamanda gerekli işlemleri yapar. " (2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Madde: 4)

"Kültür ve tabiat varlıklarını yasal süre içerisinde mazereti olmaksızın bildirmeyen ve bilerek aykırı hareket eden kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Yasal sürelerde ilgili makamlara bildirilmeyen tarihi eserleri satışa sunan, satan, veren, satın alan, kabul eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar para cezası ile cezalandırılır."

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,110024/s-s-s.html

14 Ağustos 2017 Pazartesi

TANITIM BÜLTENİ

"Big-Bang'in Türklüğü"

Seksolog, ilahiyatçı, emekli resim öğretmeni, baytar, ev hanımı, hindicilik ve tavukçuluk uzmanı, piyanist, elektrik mühendisi, emekli müzik öğretmeni, inşaat yüksek mühendisleri gibi her biri kendi alanında uzman(!) büyük bir pseudo-historian ekip tarafından yaklaşık 2 günde hazırlanan (1 günü yol) bu muhteşem "şey" İşkenbe-i Kübra Yayınlarından yayınlanacak olup 30 Şubat 2018 Dünya Pseudo-Historianlar Gününde seçkin tekel bayileri ve aktarlarda piyasaya sunulacaktır!






7 Ağustos 2017 Pazartesi

KÜÇÜK BİR TESBİT!

Sosyal medya profillerinde Nazım Hikmet-Vera aşkından sitayişle bahseden pseudo-historian kadının Türkçü diye pazarlandığı mecra: Twitter!

İdeolojiler gelenekselcidir. 20 yıldır Türkçü camianın içindeyim. İsmini duymadığım tipler kendilerine "Türkçü" diyor. 5-10 sahte hesap da bu yeni model Türkçü(!) tiplerin propagandasını yapıyor. Bunların bir diğer özelliğiyse her fırsatta Atsız'a sallamaları. İçlerinden bir başka pseudo-historian kadın geçen 3 Mayıs'ta içinde bolca  Atatürk ve Cumhuriyet geçen, ancak ne hikmetse Atsız'ın olmadığı bir Türkçüler Günü yazısı yazmıştı. "3 Mayıs'ta Atatürk'ün adını niye anmıyorsunuz karşı devrimciler" diyeni de gördüm, 
"Atsız ata diye bir fetöcünün peşinden gidiyorlar" yazanı da. Bunları yazanlar bir de toplumun geri kalanını cahillikle suçlamıyor mu? Offf




30 Temmuz 2017 Pazar

TÜRK BÜYÜKLERİNE SAYGI (ATSIZ)

Bir milletin kendi büyüklerine saygı göstermesi de millet olmanın büyük vasıflarından biridir. Büyükler, tarih dersi kitaplarında dile getirilmekle başlayan, anıt ve heykelleri dikilmek, anma günleri yapılmak suretiyle devam eden vefakârlıklarla saygı görür. Daha ilkokul çağındaki çocuk, tarih kitabında okuduğu büyüğü görerek yüreğinde ona karşı yakınlık duyar; bu yakınlıktan doğan sevgi, o büyüğün milletine kadar uzanarak çocukta önce millet sevgisini, sonra o büyüğe benzemek duygusunu, daha sonra da millete hizmet etmek ihtirasını uyandırır. Bu bir sosyal taklit kanunudur.

Bir çocukta millî duygu böylece alevlendi mi, ülke iyi bir vatandaş kazandı demektir. O çocuk bir büyüğün anıtını gördükçe, onun anma günlerini yaşadıkça büyüklere saygı onda perçinleşir. Büyüklere saygı duymak da bir insanlık vasfıdır. Hayvan veya hayvanlaşmış insanda bu vasıf bulunmaz. 

Türkiye'de Cumhuriyet'ten beri, rast gele de olsa, bu saygıya başlandığını gösteren anmalar yapılmış, hele son yıllarda anma törenleri çoğalmıştır. Fakat biz bu çoğalmada övünecek ve sevinecek bir yön göremiyoruz. Çünkü bu anmalar bilgisizliğin, şuursuzluğun delili, gösterişin alâmeti olmaktan ileri gidememektedir.

Bizim bildiğimize göre iki yıldır, Anadolu'yu Türkleştirmeye başlayan bir Seyid Battal Gazi töreni yapılmaktadır. Halbuki tarihteki Abdullah Battal bir Arap kumandanıdır.

Yine iki yıldır "Ahi Evren" töreni yapılmaktadır. Geçen yılki törende bu adamın adı "Ahi Evren" iken bu yıl "Ahî Evran" olmuştur. Belki her yıl bir hecesi düzeltilerek "Ahi Evren" haline gelecektir ama zavallıyı Türkiye'de sendikacılığın ve kooperatifçiliğin kurucusu diye anmak bilgisizlikten de ileri bir lâubalîliktir. Böyle önüne gelen hevesli, aklına esen bir Türk'ü veya Türk sandığı şunu bunu ele alarak ona istediği vasfı yakıştıracaksa mesele büyükleri veya ünlüleri anmaktan çıkıp maskaralık haline gelir.

Türkiye'de yapılan ciddî törenlerin biri eski geleneği olan Ertuğrul Gazi'yi anma töreniydi. Geçen yılın törenine katılan bir gençten Ertuğrul türbesi yanma 16 Türk büyüğünün büstlerinin dikildiğini dinlemiş ve tabii sevinmiştim.

Fakat bu yıl yapılan törene ait haberlerde, büstü dikilen büyüklerin resimlerini görünce büyük hayal kırıklığına uğradım. 11 Eylül 1972 tarihli Hürriyet gazetesinden öğrendiğimize göre bu işe Söğüt Kaymakamı Burhan Ten ile Belediye Başkanı Yaşar Ersoy önayak olmuşlar, büstleri ünlü mimar ve heykeltıraşlara yaptırmışlar.

Eski çağlarda yaşamış insanların resim veya heykelleri nasıl yapılır? Eğer zamanında yapılmış bir minyatürü varsa esas olarak o alınır, yoksa o büyükle çağdaş ve tercihen onu bizzat görmüş tarihçilerin verdiği bilgiye göre hareket edilîr.

Bunlar yoksa o büyüğün heykeli temsilî mahiyette olacak demektir. Fakat temsilî olacak demek heykeltıraşın keyfine göre olacak demek değildir. O büyüğün yaşadığı zamanın giyim kuşamı hakkında elde mevcut bilgiler esas alınacak ve ondan sonrasını heykeltıraşın kendisi yaratacak demektir. Fakat bunu yaratacak heykeltıraşın millî ruh ve kültürle yetişmiş olması birinci şarttır.

Hürriyet gazetesinde bu büyüklerden 5 tanesinin büstünün resmi var.

En eskileri olan 'Mete" bıyıksız ve sakalsız, saçları bugünkü Hippilere çalar şekilde enseye doğru uzun ve tarakla soldan sağa ayrılmış, eski Yunan heykelleri tipinde bir adamdır. Bunu, Holivut'un artistlerinden birinin heykelidir diye kime gösterseniz inanır ama Türk tarihi hakkında ufak bir bilgisi olanlar, onun Mete'yi temsil ettiğini öğrenince ya güler, ya da kızarlar.

Zaman bakımından ikinci olan Atilla ise gür bıyıklı ve gür sakallı bir Aryânî tipidir. Hele başlığı 15. Asra ait Osmanlı tipinde sarıklı bir başlıktır. Atilla’yı görmüş olanlar kısaca boylu, buğday renkli, iri başlı ve gülmez yüzlü olduğunu yazar. Bu büstte tek başarılı taraf onun gülmez yüzlülüğünün belirtilmesi olmuştur ama zaten şimdiye kadar gelip geçen Türk devlet başkanları arasında, İsmet İnönü müstesna, vara yoğa gülen kimseye rastlanmamıştır.

Zaman bakımından "üçüncü" olan Cengiz Han, mahzun bakışlı, iri gözlü, başında acayip bir tulga bulunan bir şahıs olarak tasvir olunmuştur. Cengiz'iri uzun boylu, ak tenli, çakır gözlü ve kumral sakallı olduğu bilinmektedir. Gerek onun, gerekse Atilla ile Mete'nin çekik gözlü olarak yapılması gerekirken eski Türk'lerin "sığır gözü" tabir ettiği iri gözlü kimseler olarak yapılması büyük bir hatâdır.

Dördüncü büst Ertuğrul Gazi'ye aittir. Tarihlerde onun tipine ait hiçbir bilgi, yoktur. Bildiğimiz tek şey ömrü boyunca börk giydiğidir. Büstte ise onun başına kocaman bir kavuk giydirilmiştir. Bu kavuk 16-17. yüzyıllara ait gösterişli Osmanlı kavuklarına çok benzemektedir.

Fatih'e ait beşinci büst bile başarısızdır. Fatih'in İtalyan ressama yaptırdığı resmi bugün herkes tarafından bilinmektedir. Yalnız ona bakarak büyük hakana çok benzeyen bir büstü yapılabilirdi. Bunun dahi yapılmayışı ünlü mimar ve heykeltıraşların başarısızlığını ortaya koymuştur.

Hürriyet gazetesinin verdiği bilgiden öğreniyoruz ki 16 büst, devlet kurmuş olan 16 Türk Büyüğüne aitmiş. Son zamanlarda ortaya atılan ve birkaç yıl önce bunun için bir de takvim çıkarılan uydurma 16 Büyük Türk Devleti Masalı.. Öyle anlaşılıyor ki kaymakamla belediye başkanı bu takvimin tesirinde kalarak işe girişmişler, fakat yanlış takvime körü körüne inandıkları için bu millî iyi niyetleri başarısızlıkla değil de bozgunla sona ermiştir. Bu kadar mühim ve güzel bir teşebbüse girerken bu işi bilenlere danışsalardı cidden şahane bir eser meydana getirmiş ve milletin ebedî şükranına hak kazanmış olacaklardı. Fakat, ne kadar yazık, eserler baştanbaşa yanlıştır. Top yekûn yıkılıp yeniden yapılması lâzımdır.

Bir büyük yanlış da burada büstü olan 16 kişinin, 16 devlet kurucusu olarak gösterilmesidir. Meselâ Selçuk Bey, Selçuklu İmparatorluğunu, Ertuğrul Bey, Osmanlı İmparatorluğunu, Bilge Kağan, Uygur Kağanlığını kurmuşlar..

Selçuk Bey (doğrusu "Selçuk Subaşı"), o zamanki asıl Türk Devletinin yani Karahanlı Devleti’nin veya asıl devletten kopmuş olan Batı'daki Hazar Devleti'nin bir kumandanı idi. Selçuklu Devletini torunları Çağrı ve Tuğrul beyler kurdu.

Ertuğrul Bey, hattâ onun oğlu olup devlete adını veren Osman Bey de devlet kurucusu değildir. Bu ikisi Batı Türk Hakanlığı'nın yani İlhanlılar'ın Uç Beyleri idiler.

Bilge Kağan ise Uygur değil, Gök Türk'tü.

Bir de bütün büyüklere "Han" veya "Kaan" unvanı verilmesi de yanlıştır.

"Mete’nin unvanı "yabgu", "Bumun"un (Bumin değil) "kağan", 'Temir" ve 'Ertuğrul’un "bey" ancak "Cengiz"inki "Kaan" dır.

Bu isim yanlışlarını gazetecinin yapmış olması mümkündür ama büstlerin fotoğrafları yanılmaz belgelerdir. Hazin belgeler...

16 büst arasında Atatürk'ün büstü de var ve galiba sahibine en çok benzeyen de bu. Atatürk'ün büstü bize, İstanbul Üniversitesi Merkez Binası'nın bahçesindeki Atatürk heykelini hatırlattı. Görenlerin bildiği gibi heykel erkek ve kız iki üniversiteli Öğrencinin ortasında Atatürk'ü göstermektedir. İşin garibi öğrencilerin atlet kılığında, Atatürk'ün ise entarili olarak tasvir edilmiş olmasıdır. Her şeyden önce bir asker olan Atatürk'ü gecelik denecek çirkin bir kılıkla, eski Asurî ve İran hükümdar rölyeflerindeki şekillere benzeyen biçimde canlandırmak hem Türk milletine, hem de onun hâtırasına saygısızlıktır. Bunu bir zamanın Talebe Derneği İdare Heyeti'nin yaptırdığı söyleniyor. Üniversite öğrencisi deyince akla atlet veya atlet kılıklı gençler gelmez. Atatürk diyince de ya kumandan, ya da sivil elbiseli devlet adamı gelir. Hakikat bu iken atletli, entarili heykelleri oraya dikmekteki sebep nedir? En hafifi: Düşüncesizlik. Rektörlüğün dikkatini çekerim: O çirkin heykeli indirsin.

Türkiye'nin türlü yerlerindeki anıt ve heykeller arasında yozlaşmış sanat zevkinin mahsulü olanlar da var. Bir tanesi Afyon'daki Zafer Anıtı'dır. Türklüğün tarihinde dönüm noktası olan bir zafer, iki çıplak King-kong'la mı temsil edilecekti. Bu zaferin büyüklüğünü, hattâ Yunan'ı rezil etmeden, daha başarılı şekilde ele alacak bir üslûp, bunu Türk soyuna armağan edecek bir sanatkâr bulunmaz mıydı?

Bunlarla ilgilenecek makamın Millî Eğitim Bakanlığı olması gerekir sanıyorum. Orada Anıtlar Komisyonu, Güzel Sanatlar genel Müdürlüğü falan gibi bir takım kuruluşlar var. Bunlar ne yapar? Bu kayıtsızlıklar yüzünden İstanbul Fethi'nin 500. Malazgirt Zaferi'nin 900. yıllarını çok sönük bir şekilde kutladık. Halbuki bunlar milleti ruhlandıracak törenlerdir. Bunlar millî savunmanın da birer unsuru idi. Hattâ bunlar anayasaya kadar girecek hayatî maddelerdi. Evet! Anayasa... Çünkü anayasa, bazı art niyetli hainlerin bangır bangır bağırdıkları gibi grev, genel grev vesairenin cirit atacağı bir eser olmadan önce millî ruhun dile geldiği bir anıt olmak mecburiyetindedir. Bu bakımdan oraya işçi ve patrondan önce bu milleti yaratan büyüklerin ve o büyüklere yapılacak saygının girmesi gerekmektedir,

ÖTÜKEN, Eylül 1972, Sayı: 105

8 Temmuz 2017 Cumartesi

85. YILINDA CUMHURİYET DÖNEMİNİN İLK AYDIN BAŞKALDIRISI

Görüleceği üzere, memleketin bu cenahında, 85 yıldır değişen hiçbir şey yok!

" Ancak şöyle bir incelediğimizde özellikle yurt içinden katılanların ve o malum “tez”i hararetle savunanların hiçbirisinin tarihçi olmadığını hayretle görüyoruz. Mesela 9 Temmuz tarihli oturumda “Akvam-ı Kadime-i Şarkiyye Hakkında Bazı Mütalaalar” başlıklı bir sunum gerçekleştiren Avram Galanti bir hukukçudur. İlginçtir, 7 Temmuz günkü ve bizim bu yazımızı yazmamıza sebep olan oturumda dünya çapında ünlü tarih profesörü A. Zeki Velidi Togan’a tarih dersi vermeye kalkışan Reşit Galip tıp doktoru, Sadri Maksudi ise Avram Galanti gibi hukukçu idi. Umarım başka yazılarda neden “tez” değil de “Tarih Şeysi” yazdığımız anlaşılmıştır. Zira tarihçi olmayanların söyledikleri, yazdıkları ancak “şey” olarak vasıflandırılabilir."

Tamamı için: http://www.sabithaber.com/85-yilinda-cumhuriyet-doneminin-ilk-aydin-baskaldirisi-adil-yilmaz-4395/

2 Haziran 2017 Cuma

BİR MÜZİK ÖĞRETMENİNDEN TARİH ÖĞRENMEK(!)-2

Daha evvel, 25 Şubat tarihli, "Bir Müzik Öğretmeninden Tarih Öğrenmek(!)" başlıklı blog yazımda(1) isminden bahsettiğim müzik öğretmeni Mahiye Morgül de, diğerleri gibi konuşmaya, yazmaya, tarih, özellikle de Türk tarihi konusunda zırvaları yaymaya devam ediyor. 

Bunun için kâh tv'lere çıkıyor (2) (3) (4), kâh aynı yazısını çeşitli sitelerde yayınlıyor (5) (6), kâh çeşitli dernek ya da vakıfların toplantılarında boy gösteriyor. Ancak mecra ne olursa olsun, muhayyilesindekileri gerçekmiş gibi anlatıp yaymaya devam ediyor. E hadi o bu zırvaların gerçekliğine inanıyor, onu tvler'e çıkartanlara, anlattıkları "şeyler"i duyunca "hımmm" diyerek ciddi ciddi başlarını sallayan, "gerçek tarih bu", "bunlar bize neden anlatılmıyor" diyenlere ne demeli?

Gününde bir Mahiye Morgül her meseleyi kendi kafasına göre çevirip yayabilir. O meselenin ne olduğu çok da önemli değildir, okul kitapları, Cern deneyi ya da Singapur'a yapılan yeni gökdelen fark etmez. Mahiye hanım bu konular hakkında yazar ve yazısının bir kenarına tarih "şeysi" sıkıştırır. Kendisine kendisi gibi "düşünen" bir kitle de bulmuştur ve bu sebeple yazdıklarını, söylediklerini kimse sorgulamaz. Hemen kabul eder. Misal 9 Temmuz 2015 tarihli "Savaşacak Genç Adama İhtiyacı Olanlar!" başlıklı ve Işid Terör Örgütünü konu eden bir yazı yazar ve yayınlar (7). Buradaki bir paragraf ibretliktir: "Örneği Paris Eiffel Kulesinden vereyim. Kuleyi yapan demir çelik kralı Fransız Yahudisi Gustav Eiffel 2.dünya savaşının tamtamları çalarken kalktı bu kuleye 650 bin ton demir-çelik yığdı, parasını Fransız halkının cebinden kendi kasasına aktardı, Avrupa Demir Çelik Ortak Pazarını kurdu (AB’in ilk hali) ve Hitler’e tank-top yapsın diye demir çelik sattı. Kule yükselirken Fransa halkı demir tozlarıyla karnını doyurdu, yüzlerce işçi karıncalar gibi düşerek öldü, yerine yeni işçi alınırken babalar oğlu iş buldu diye seviniyordu. Krizden tek etkilenmeyen şirket Eyfel’di ve hala satıyor bu demir yığınını. Paris’e gittiğimde bu adama benden para gitmesin diye bu kuleye çıkmadım." Bu paragrafın terör örgütü Işidle alakası bir tarafa Eyfel Kulesi 1887-1889 yılları arasında dikildi. Yani bırakın II. Dünya Savaşının tamtamlarının çalmasını, daha ortada I. Dünya Savaşı yok! O halde? Tabii bir de bu "sosyalist" hanımın feci halde anti-siyonist olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Neyse onu da sosyalistler, siyonistler ve yahudiler düşünsün. Ben tesbit yapıp geçerim. 

Yukarıdaki paragrafta yazdığım gibi, Mahiye hanım her konuya bir tarih "şeysi" sıkıştırmakta mahirdir. Bu da 16 Mayıs 2017 tarihli "Rize Anadolu Lisesi Neden Kapatılır?" başlıklı yazısından bir örnek (8): "Nerde o eski okullar, nerde o ders kitapları, nerde o eski mızıkacı ablalar...



Bir de çok yeni 1947 basımı Ortaokul-1 Tarih kitabı elime geçti, inanılır gibi değil. Hemen taramaya verdim, haftaya DVD Eğitim Seti kayıtlarıma onu ekleyeceğim. Tırnaklarımla eşeleyerek ulaştığım antik dönemlere ait pek çok bilgi orda ayan beyan var... Mesela, Büyük Kuruş’un Perslerle Medleri birleştirirken (Güneş ile Hilal) Med imparatorunun kızıyla evlendiğini yazıyor. Yani Rize Gelinkaya’da rölyefi vardı diye anlatmaya çalıştığım Semiramis’in Med prensesi olduğunu yazıyor. Oğlu Serhaz’ın Atina seferini anlatıyor. Sezar’la savaşan bizim Mitridate bile var içinde. Meğer MÖ.550’lerde Rize Medlerin başkentiymiş."


Görüldüğü gibi hanımefendinin muhayyilesine göre kendi memleketi olan Rize neredeyse dünyanın varlık sebebi. Daracık kıyı şeridinde başkent mi olur diye düşünen yok tabii. O yazdıysa mutlaka "doğrudur". Bense bunların deli saçması "şeyler" olduğunu söylediğim için "amerikan ajanı" oluyorum bu durumda. Gerçi 2-3 yıl önce de uydurma şeyler yazan bir başka hanımefendi de beni "batı tarzı eğitimle yetiştirilmiş batının etki ajanı" olarak vasıflandırmıştı ya neyse.

Mahiye hanım'ın en son tarihe ait yazısı ise güncel bir konuyu, zeytinliklerin sanayi ve yapılaşmaya açılma tasarısıyla alakalı (9). Burada saçtığı "şeyler"i aşağıya alalım: "Sanki Lanetli İskender dirildi, kral Gordion’un sabanı bağladığı kördüğümü kılıcıyla kesiyor..."

"Üretimi yasayla korumak için Friglerde yasaklar vardı. Örneğin öküz öldürmek, çift bozmak yasaktı... İskender deyyusu Polatlı’ya kadar gelip bu yasayı kırdı, kaldırdı, çift bozarak halkı köleleştirdi. Kördüğümü kılıcıyla kesti, çifti bozdu dağıttı. Şimdi ülkemizde, darbe sonrası olağanüstü hal yasasıyla zeytin çiftçisinin çiftini çubuğunu bozarak Türk köylüsüne biçilen gömlek bundan farksızdır.
İskender Gordion’da Frigyanın çift düğümlü çiftini bozdu, ancak İskender’in olağanüstü işgal yasalarına rağmen egemenliği sadece 9 yıl sürebildi. Buna da bir nokta koyalım.
Boğayı ve buğdayı tarımdaki rolü nedeniyle resmi olarak ilk kutsayan Frigya'dır.
Buğdayı kutsal sembol olarak parasının üzerinde ilk resmeden kral ise Medlerle Persleri (ay ile güneş) birleştiren Oğuz Beyi Büyük Kuruş’tur. Kurduğu Akmenid İmparatorluğuna MÖ.550’de katılan Frigya’nın MÖ.VIII.yüzyılda kralı olan Gordios, kendilerinden önce burada yaşamış olan Etilerin tarımı koruyan Ati /Ata yasalarını (sözlerini, öğütlerini) devam ettirmiş, daha da sıkılaştırarak bulduğu bir kördüğümle çift bozmayı zorlaştırmıştı. Boynuzlu boğa başını bugün de Ankara sembolü olarak görmemizin kökeninde bu Ata kültürümüz vardır. "

Velhasıl Mahiye hanım öyle "şeyler" yazıyor ki o "şeyler"i görseler, memleketimizde zaten az sayıda olan Eskiçağ Tarihçisi, Latince ve Klasik Helence bilen akademisyenlerimiz kelimenin gerçek anlamıyla delirirler. Bunun olmasını istemediğim için Mahiye Morgül imzalı bazı "şeyler"i buraya almıyorum. Akademik sistem, öyle ya da böyle devam etmeli.

Bazı dostlar yalnız bu şeylerin saçma olduğunu söylemekle kalmamamı, neden yanlış olduklarını ve doğrusunu da yazmamı istiyorlar. Mezar taşıma "bunlarla uğraşırken sekte-i kalpten terk-i dünya eyledi" yazdırmak istemiyorum. Ayrıca bilimsel doğruların böyle bloglardan ya da facebook sayfalarından değil ancak bilimsel kitaplardan öğrenilebileceğine inandığımdan doğrusunu araştırarak öğrenmek size kalmış. Kütüphanelere gidin, konuyla alakalı eğitim almış ve uzmanlaşmış bilimadamlarının kitap ve makalelerini okuyun. Beni de daha fazla delirtmeyin.


1. http://adilyilmaz.blogspot.com.tr/2017/02/bir-muzik-ogretmeninden-tarih-ogrenmek.html
2. https://www.youtube.com/watch?v=58QS2hG_d1M
3. https://www.youtube.com/watch?v=WWegrOH7-O8
4. https://www.youtube.com/watch?v=lrMN-3dAAhk&t=73s
5. http://www.guncelmeydan.com/pano/rize-anadolu-lisesi-neden-kapatilir-mahiye-morgul-t45242.html
6. http://www.sozgazetesi.org/index.php/koese-yazarlari/mahiye-morguel/5223-cifti-bozmak-zeytini-bitirmek
7. http://www.milliiradebildirisi.org/savasacak-genc-adama-ihtiyaci-olanlar-mahiye-morgul/
8. http://www.guncelmeydan.com/pano/rize-anadolu-lisesi-neden-kapatilir-mahiye-morgul-t45242.html
9. http://www.sozgazetesi.org/index.php/koese-yazarlari/mahiye-morguel/5223-cifti-bozmak-zeytini-bitirmek

29 Mayıs 2017 Pazartesi

16 DEVLET MASALININ BİR BAŞKA VERSİYONU: UYDURMA BÜSTLER, GARİP TARİHLER!

Istanbul Harbiye'de, Sanatkarlar Parkının içerisinde bulunan heykellere uzun süredir aklım takılıyordu da şimdiye kadar fotoğraflayıp yazmak kısmet olmamıştı. Nihayet dün, yolum düşünce fotoğrafladım. Fotoğraflamışken de bir kaç soruyu sorma ihtiyacı hissettim. Bu arada baştan belirteyim ki ben de şahsen 16 Devlet, 16 Bayrak ya da bu muhayyel 16 Devlet'e 16 kurucu hikayesine başından karşı olanlardanım. Bu başka bir tartışma konusu. Ancak iş, buradaki heykellere gelince sualler çeşitleniyor haliyle. Heykellerin fizyonomik özelliklerinin Türk tipinin ne derece yansıttıkları tartışma götürür. Lakin acaba Baturhan ve Panu kim? Niye kafalarına sarık sarmışlar? Ya 651'de doğup 983 yılında ölen, yani 332 yıl yasayan(!) Hazar Kağan'a ne demeli? Bu ne garabettir ki 45 yıldır böyle "şeyler" devam etmekte. Tabii işin bir başka garip tarafı da, böyle merkezi bir yerde bulunan bu heykellerin şimdiye kadar kimsenin dikkatini çekmemiş olması. Gelip geçenlerin aklı nerede kim bilir? Tabii bu heykellerin kaç yıldır orada olduklarını bilmediğimden gelip geçenlere bir şey demek işin kolayı olacak galiba. Evet, bu büstleri yapanlar ve altına o garip şeyleri yazanlar acaba kimlerdi?

Böyle anlatacaksanız, Türk tarihini hiç anlatmayın. Zira bu tür tarihi şahsiyetlerle alakalı eserler, yapan sanatkarın ya da işi tetkik eden sorumlunun muhayyilesine bırakılamaz. Ya da artık bir standart getirin. O standardı da dönemi çalışan tarihçiler ve sanat tarihçileri belirlesinler. Belirlesinler ki böyle "şeyler"le bir daha karşılaşmayalım. Karşılaşmayalım ki ben bu satırları yazmak, insanlar da hakkımda "hiçbir şeyi beğenmiyor" demek zorunda kalmasınlar. 

Not: 45 yıl önceki "şeyler" için bkz: Atsız, "Türk Büyüklerine Saygı", ÖTÜKEN, Eylül 1972, Sayı: 105









Ekleme: Bu durumu twitter'da paylaştıktan sonra sayın Caner Cangül, 2009 yılına ait bir fotoğraf yolladı. Alttaki bu fotoğrafta, Üstünde Hazar Kağan yazan büstteki tarihlerin başında D (Doğum) ve Ö (Ölüm) ibarelerinin olmadığı görülüyor. Bu traji-komik "şey" kim bilir kim tarafından, ne zaman ve hangi gerekçeyle eklendi? 


2 Nisan 2017 Pazar

"NİYEYSE?"



Bilen bilir ki ben dil ya da dilbilim konularına girmem. Zira alanım değil ve alanı olmayan konularda insanların konuşup yazmasıyla alakalı tepkimin nasıl olduğu da malum. Lakin bir yazımdan aşağıya aldım kısa bölüm, dil ya da dilbilim alanlarındaki bilim adamlarımızından ziyade internet fenomeni bazı amatör dilcilerin "şeyleri"ne bir vurgudur.

"... Daha evvel de defalarca yazdığım üzere Osmanlıca demek ne kadar hatalıysa Göktürkçe demek de aynı derecede hatalıdır. Madem ki tamamen saçma ve salakça bir şekilde dil dönemin hanedanına atıfla adlandırılacaksa Selçukluca, Saltukluca, Danişmendlice, Mengüceklice, Germiyanlıca, Candarlıca, İsfendiyarlıca falan da diyelim, tam olsun. (Ara not: Bu son cümle word'e bile saçma geldi ki her cümlenin altını kırmızıyla çizdi). Aynı mantıkla (ya da daha doğrusu mantıksızlıkla) devam edecek olursak, 1923'ten bu tarafa cumhuriyet rejimini uyguladığımıza göre bu 86 yıla Cumhuriyetçe mi diyeceğiz? Komik ve daha ötesi tehlikeli bir yaklaşım değil midir bu? Siz hiç Fransız Tarihinde Capet Devleti, Bourbon Devleti, Orleans Devleti ya da Capetçe, Bourbonca, Orleansça diye terimler duydunuz mu? Hadi daha eskiden örnek verelim: Doğu Roma tarihinde çok sayıda hanedan vardır. Mesela 9. yy'da imparatorluğu yöneten Frigya Hanedanı dolayısıyla devlete Frig Devleti, konuşulan dile Frigce dememiştir kimse. Ya da 9-11. yy arası 200 yıl kadar imparatorluğun başına Makedonyalılar Hanedanından İmparatorlar geçmiş, buna rağmen devletin adına Makedonya, konuşulan dile Makedonca demek kimsenin aklına gelmemiştir nedense. Lakin konu Türk tarihi, dili ya da kültürü olunca bir anda iş değişiyor "niyeyse"?..."

14 Mart 2017 Salı

FARK GÖREMİYORUM. YA SİZ?


Eski bir reklam repliğiydi: "Fark göremiyorum ya sen?" 

Aşağıda aynı gazeteden (sözcü) iki haber fotoğrafı var. Birisi bugüne (14 Mart 2017) ait. Başlığı: "TRT’de büyük skandal! ‘Psikolog’ diye yayına çıkarttıkları kişi fizik mezunu çıktın!" Ve devamla "BİMER, Akıncı’nın sağlık meslek grubunun bir mensubu olmadığını kaydederek, Akıncı hakkında idari ve adli işlemlerin başlatıldığını ifade etti. BİMER tarafından gönderilen yazıda, Akıncı’nın izinsiz ve yetkisiz sağlık hizmeti verdiğinin tespit edildiğinin de altı çizildi." http://www.sozcu.com.tr/hayatim/magazin-haberleri/trtde-buyuk-skandal-psikolog-diye-yayina-cikarttiklari-kisi-fizik-mezunu-ciktin/


Şimdi gelelim diğer fotoğrafa. 20 Temmuz 2016 tarihli bu haberin başlığı "Ünlü Türkolog Kazım Mirşan hayatını kaybetti". http://www.sozcu.com.tr/2016/egitim/unlu-turkolog-kazim-mirsan-hayatini-kaybetti-1322627/ Devamındaysa bir sürü "şey" sıralanmış. Lakin yukarıda bir fizikçinin doktor olarak çıkmasını (haklı olarak) büyük skandal diye veren bu böyyük muhalif gazete, Kazım Mirşanla alakalı haberde onun aslında İnşaat Yüksek Mühendisi olduğunu yazmayı sanırım unutmuş! Evet Mirşan İnşaat Yüksek Mühendisi idi. Tarih, dil, arkeoloji vb eğitimleri yoktu, yoktu ama maşallah herkes "büyük Türkolog" demekte sakınca görmedi. Şimdi soruyorum, ilk fotoğraftaki fizikçiyi doktor diye piyasaya çıkartmakla İnşaat Yüksek Mühendisi Kazım Mirşan'ı "Türk tarihinde mühim keşifler yapan büyük Türkolog profesör" diye tanıtmanın ne farkı var? Yahu insan biraz tutarlı, mantıklı olur.


Foto: 1.  http://www.sozcu.com.tr/hayatim/magazin-haberleri/trtde-buyuk-skandal-psikolog-diye-yayina-cikarttiklari-kisi-fizik-mezunu-ciktin/



Foto: 2. http://www.sozcu.com.tr/2016/egitim/unlu-turkolog-kazim-mirsan-hayatini-kaybetti-1322627/


7 Mart 2017 Salı

ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKANLARA!

Uydurmacı taife şimdi de beni Türkçülük damarımdan vurmaya çalışıyorlar akılları sıra. "Türkçü böyle yapar mı" deyip "sen Türkçü değilsin" demeye getiriyorlar. Bir defa ben Türkçülüğümü ve Türkçülük konusunda yaptıklarımı kimseye izah ve de ispatlayacak değilim. Bilmesi gerekenlerin biliyor olması benim için yeterlidir. Lakin hep dile getirdiğim şekilde "ideolojiler gelenekselcidir. Bir tür usta-çırak ilişkisi ya da el verme yoluyla devam eder". Şimdiye dek Türkçülük noktasında esamilerini duymadığımız tiplerin bugün kalkıp Türkçülükten dem vurması, dahası Atsız'ı kendi kafalarına göre şekillendirmeye çalışmaları, nevzuhur bir Atsız tipi yaratmaya çalışmaları karşısında daha evvel 6 Aralık 2016 tarihli "Atsız'ın Bilimadamlığı" başlıklı yazımda yer verdiğim Atsız'dan bazı cümleleri tekrar buraya alıyorum. Herkes haddini bilsin.

"Son yıllarda, bilhassa hükümetin millî kültür meselelerine fazla ehemmiyet vermesinden sonra, memleketimizde bir sürü alaylı âlim türedi. Edebiyat, dil ve tarih sahasında ilmî olmak iddiasıyla birçok şeyler yazıldı. Buda’nın Türk olduğu, Arapçının Türkçe’den çıktığı, Türklerin aryanî ve divan edebiyatının gayrı ahlâkî olduğu ispat olundu (!). Dil ve tarih o kadar müptezel oldu ki iştikakçılıkta, palavra atmakta kabiliyetli ne kadar insan varsa hepsi âlim kesildi. Ya felsefe sahasında kemale ermelerinden, ya edebiyat ve tarihçiliğin kendilerine pek kolay gözükmesinden, yahut da felsefe tahsilinin kendilerine bir nevi felsefi görüş kabiliyeti vermesinden dolayı olacak, felsefeciler de bu işe burunlarını soktular. Fakat dil ve tarih sahası felsefe gibi her şeyin bir pundunu bulmak olmadığından yalnızca gülünç olup kaldılar." (Atsız, "Alaylı Alimler", ORHUN, 21 Mart 1934, Sayı: 5)

"Hasan Âli Beyin Türk Dili Tetkik Cemiyetinde kolbaşı olduğunu öğrendikten sonra zavallı Türkçe’nin istikbalini düşündüm. Ortaya atacağımız yeni ve büyük Türk dilini, demek böyle diplomasız mühendisler yapıyor. Garp medeniyetine girerken her şeyden önce onun ihtisas sistemini almak icap ettiği halde buna hiç riayet olunmaması, ve hele mühim yerlere H. Âli Bey gibi ehliyetsizlerin getirilmesi ne hazin şeydir. Edebiyatla bir parçacık, o da en dışından alâkadar olan H. Âli Bey gibi amatör müptedileri dil cemiyetinde kolbaşı yapmakla, meselâ Abidin Daver Bey’i Yavuz’a süvari yapmak arasında hiç bir fark yoktur. Alaylı âlimlerin eline kalan Türk dilinden katiyen bir hayır gelmeyecektir. Nitekim hâlâ ortaya müspet bir iş koyamadılar; ve katiyetle iddia ediyorum ki koyamayacaklardır da.. Bunların meydana koyacağı esere kimin itimadı olur ki? Muallimler köylerden on binlerce kelime toplar, dil cemiyetine yüzlerce rapor gönderir, fakat H. Âli Bey gibi alaylıların elinde bulunan bir cemiyet ondan istifade yolunu nasıl bulur?" (Atsız, "Alaylı Alimler", ORHUN, 21 Mart 1934, Sayı: 5)

"Son zamanlarda bir dergide, Etrüsk yazısını okuyan ve keşifler yapan bir yerli bilginden bahsolundu. Hatta, okunmuş bir hayli kelime de neşrolundu. Fakat bunlar arasındaki kral ve cumhurbaşkanı anlamına gelen iki ayrı kelimeyi görünce, ciddi tarafı olmadığına kanaat getirip ilgilenmedim." (Atsız'ın Adile Ayda'ya yolladığı 2 Eylül 1974 tarihli mektup)

" "Türklerin Aryani sayılması neticesinde meydana çıkan telakkilerden birisi de Hititlerin Türk olmasıdır. Bunu ileri süren nazariyeciler, Türklerin anadoludaki eskiliklerini ispat etmek ve bir veraset hakkı bulmak istiyorlar. Şüphesiz hissi cihetten bunu hepimiz isteriz. Fakat, ortadaki hakikat şudur: Hititlerin abideleri okunmuş ve onların Türk değil, Aryani oldukları anlaşılmıştır. Hititlere intisap için Aryaniliği kabul ise, bizim için çok tehlikeli bir yoldur. Bir defa ırkımızın antropolojik hususiyetleri hiç de Aryanilere uymaz. Hatta bizim antropolojik hususiyetlerimizi inkar ederek Anadolu Türkünü eski Yunanlıların bekayası diye göstermek isteyenlere faydalı bir zemin hazırlamış oluruz." (Atsız, "Türkler Hangi Irktandır", Atsız Mecmua: 6, 1931)

"Türkler için yabancı kavimlerin medeniyetine sahip çıkmaya lüzum yoktur. Biz, bizzat kendi yarattığımız medeniyeti tamamen meydana çıkarabilirsek vazifemizi yapmış oluruz" (Atsız, "Türkler Hangi Irktandır", Atsız Mecmua: 6, 1931)

"Hasan Ali Bey çizmeden yukarı çıkmayın. Ben içtimaiyat kitabı yazmaya kalkıyor muyum?" (Atsız, "Alaylı Alimler", ORHUN, 21 Mart 1934, Sayı: 5)

6 Mart 2017 Pazartesi

VAH Kİ VAH!

Güdül Salihler Köyü yakınlarında merhum Servet Somuncuoğlu tarafından keşfedilen ve tanıtılan kaya resmi alanları önce Servet Somuncuoğlu tarafından hazırlanan "Damgaların Göçü" aıyla 3 (üç) bölüm halinde TRT-Belgesel kanalında yayınlanmış, Eylül 2012'de ise kitap halinde sunulmuştur. 1. fotoğrafta merhum Somuncuoğlunun bin güçlükle hazırlayıp yayınlattığı bu kitabın kapağını görmektesiniz.

Bugün yayınlandığını öğrendiğim bir başka kitapsa (bkz. 2. fotoğraf) Necati Demir imzasını taşımakta. Burada birkaç problem var. En öncelikli sorun sayın Doç. Dr. Mustafa Aksoy hocamızın tesbit ettiği üzere kapak. Kapakta bulunan şekil, rahmetli Somuncuoğlu tarafından hazırlanmıştı. Kapaktaki şekli aynen almanın Türkçemizde bir değil, bir kaç karşılığı da bulunmaktadır. Ancak bunu burada dile getirmek gereksiz olur.

İkinci kitabı okumadım. Ancak yazarla alakalı başka bazı tesbitlerim de olduğundan sormak ihtiyacı hissediyorum:

1. Yazar, Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalında profesördür. Arkeolojik malzemeyi, hele ki kaya resimleri gibi tamamen uzmanlık gerektiren bir alanı, hangi bilgi birikimle yorumlamıştır? Bu durumda mesela ben de dil öğretimiyle alakalı kitap yazabilir miyim?

2. Güdül Salihler Köyü arazisinde bulunan kaya resmi alanlarıyla alakalı arkeolojik çalışma, henüz, yapılmamıştır. Bu sebeple alanla alakalı tek ciddi yayın, merhum Servet Somuncuoğlu'nun yukarıda bahsettiğim kapsamlı eseridir. Yazar acaba kapakta olduğu gibi içerikte de "nasılsa vefat etti" düşüncesiyle bunları kullanmış olabilir mi? Bilmiyorum. Rahmetli Servet Somuncuoğlu'nun yukarıda bahsi geçen belgeselin çekimleri sırasında ne sıkıntılar yaşadıkları, ekibin bilimsel heyetinde bulunan sayın hocalarımıza da sorulabilir.


"Kitabı okumadın da ne diye hakkında yazıyorsun?" diyenlere de peşin peşin şunu söylemek isterim; bir tv programında Moğolistandaki Tonyukuk Anıt Alanının yanında röportaj verirken "Tonyukuk Kağan ordularını toplayıp buraları işgal eden Çinlileri kovdu. Hep birlikte Ötüken'e gittiler" diyen, başka bir programdaysa 120 kitap yazdığını söyleyen yazarın böyle kendi alanıyla zerre alakası olmayan bir konuda yazdığı "şey"in ciddiliği konusunda şüphelerim yüksek. Kaya resimleriyle alakalı kitap yayınlamak Türk Dili Eğitimi hocasına kaldıysa eğer vah ki vah!

Görelim, bakalım ne olacak...




25 Şubat 2017 Cumartesi

BİR MÜZİK ÖĞRETMENİNDEN TARİH ÖĞRENMEK(!)

Son 10 yıldır ortalıkta dolaşan bir hanımefendi var. Kendisi müzik öğretmeni. Aynı zamanda sosyalist. Sanırım gençliğinde, 12 Mart döneminde hapse girip çıkmışlığı da var. Her neyse,  sizi temin ederim ki ideolojilerine göre insanları yargılama dönemini çoktan geçtiğim için bu hususta benim açımdan bir sorun yok. İsteyen istediği ideolojiye inanmakta özgürdür. (Yaa işte böyle de demokrat adamım!)

Konumuza geri dönecek olursak; yukarıda bahsetmeye çalıştığım hanımefendi özellikle son 10 yıldır internette çok aktif. Yazdığı "şeyler"in alıcısı da çok. Bu da diğer örneklerda gördüğümüz gibi her şeyin uzmanı. Cumhuriyet Tarihinden askerliğe, Türk tarihinden dile, mimariye, siyasete kadar her alanda "şeyler" yayınlıyor. Bu "şeyler"in en önemli yayıcılarından birisi de meşhuuuuuur "ulusalcımız" ve dahi Moskova'nın fahri büyükelçisi Banu Avar hanımefendi. Kendisi başka bir yazımızın konusu olacağından daha fazla irdelemeyelim. Hasbelkader blogu takip edenlere de sürpriz olsun. 

Neyse efendim bu müzik öğretmenimizin uydurmalarına seçtiği alan Eskiçağ Tarihi, özellikle M.Ö.-M.S. 1. yy'lar. Tabii söylememe gerek yok: hanımefendiye göre o dönem Anadolu'da yaşayan Pontuslular vb halkların tamamı Türk! O, bu halkların Türk olduklarını aklı sıra ispatlamak(!) için kendine has bir yöntem bulmuş. İsimler. İsimler üzerine ufak dokunuşlarla onların Türk olduklarını ölmez delillerle ispat ettiğini zannediyor. Mesela Pontus Kralı Mithridathe "Pan soylu Büyük Kral Bedri" oluyor ve hanımefendi onun Türklüğünü ispat etmiş oluyor, yerseniz. Şimdiye kadar bir Allahın kulu da çıkıp "yahu Bedri Arapça Bedr'den gelmiyor mu? Arapça Bedr de mi Türkçe?" diye sormamış. Aman, sakın siz de sormayın. Sonra adınız "Anadolu halkını sömüren Galata'da yaşayan Venedikli tefeci bankerler"den para alıyor'a çıkar. Evet, evet. Bu acayip sözler yığını da aynı kişiye ait.  Taaa Büyük İskender döneminde Galata'da yaşayan Venedikli tefeci bankerler, Büyük İskender, Romalılar falan hep bu tefecilerin kışkırtmasıyla Anadolu Türk halkının üstüne saldırmış. Bu arada yazmayı unuttum, ona göre Med ve Pers Krallıkları, bu minvalde Büyük Kyros da Türkmüş. "Hadi oradan" demeyin. İnternette yazın, karşınıza en az 4-5 ayrı siteden bu saçmalıklar çıkacaktır. Evet, hanımefendinin yazdığı bu saçmalıklar en az 4-5 ayrı internet sitesinde yayınlanıyor. Bunların bazıları da pek ulusalcı(!), pek cumhuriyetçi, çoook Atatürkçü, sorsan "bilimin ışığında ilerliyoruz. Ne demiş Atatürk: Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!" diyen siteler. Ahhh neyse, bu da bir başka yazı konusu. Hanımefendinin başka bir mahareti de müze envanterlerine istediğini zaman girip araştırma yapabiliyor olması. Misal Gaziantep Müzesi envanterinde bulunan bir sikke, okuyabilmesi için bu hanıma gösterilmiş. ( http://www.news2023.com/haber/11086-basoguzlu-tarkan-bey-bazileus-tarkon ) Bu çok büyük bir rezalettir. Kadın bunu neye göre okumuş, el cevap: hayal gücüne göre. Linkten de görebileceğiniz üzere Basileus olmuş Başoğuzlu (başka bir yerde Bozuluslu). Bu kadına müze seksiyonunun, taa 2009'da açılmasına çok şey söylerdim de neyse. Bazen cümleyi bir noktada kesmek, sayfalar dolusu sövmekten daha anlamlı oluyor.  Bu hanımefendinin kendi internet sitesi ve youtube kanalı da var.  Buraya kadarki örneklerden de görüldüğü gibi parlak, çok parlak, en parlak, pas parlak bir zekâ(!) ile karşı karşıyayız. Ona göre. 

Bu yazıyı yazmama asıl sebep olan şeye gelecek olursak, bu kadın son iki aydır bir tv kanalına sıkça çıkıyor ve yukarıda yazdığım minvalde şeyleri tekrarlıyor. Karşısındaki program yapımcısı da ciddi ciddi kafa sallayıp her söylediğine "hımmmm, yaaaa" şeklinde ünlemlerle şaşırıyor. Şaşıran şaşırsın, beni alakadar etmez. Lakin bu tv kanalı milliyetçi camiaya yönelik yayın yapıyorum derse o zaman iki çift söz daha yazma hakkım olur.  Laf söylemeden önce bir alıntı yapalım: 

"Enteresan biçimde Kürtleri ayaklanmaları için provokatif dönüm noktaları yaşatmışlar bize. Hatta Türkçü yazar diye bilinen Nihal Atsız’ın 1968’de, “Kürtler defolsun” dediği, ona karşılık Doğu bölgemizde ilk Kürtçü örgütün kurulduğu konuşuluyor."  http://www.gazetevice.net/news/7880.html Mahiye Morgül, "Rizeli Şehidimiz Metin Çetin'in Anısına Saygıyla", 24 Şubat 2012.

Ha, şimdi diyeceklerdir ki, "biz bu konukla ideolojik bir program yapmıyoruz. Bilimsel bir program, falan, filan..." Bilimsel program bilim adamlarıyla yapılır. emekli müzik öğretmenleriyle notalar, perdeler, makamlar, klasik müzik falan konuşabilirsiniz ancak. Türk Tarihi değil!  

Ben tv programcısı değilim. Ama program yapıyor olsam iki şeye bakarım: 

1. Konuk o konunun uzmanı mı?
2. Bu tarz "ideolojik" kanalda o konuğun kanalın olduğunu iddia ettiği ideolojisiyle bir zıtlaşması var mı?

Maşallah bu kanalın programcıları ve yapımcıları bu ikisine de bakmıyor, bir taraftan kendi ideolojilerinin fikir babasına laf eden emekli bir müzik öğretmenini kanallarına çıkarıp saatlerce konuşturmakta beis görmüyor, onu "Mahiye Morgül Hoca ile Semboller ile Türk tarihi" şeklinde hoca sıfatıyla tanıtıp reklamını yapmaktan da geri kalmıyorlar. 

Bu ve benzeri yazılarının sonuç kısmı, ancak bu türden saçmalıklar bittiği zaman olacak. Yani biraz daha zaman var. 

TTK


21 Şubat 2017 Salı

TÜRK TARİHÇİLİĞİNİN İŞİDÇİLERİ: PSEUDO-HİSTORİANLAR!

Atsız Orhun Dergisinin 5. sayısında yayınlanan 21 Mart 1934 tarihli muhteşem makalesi "Alaylı Âlimler"e şu cümlelerle başlar: ""Son yıllarda, bilhassa hükümetin millî kültür meselelerine fazla ehemmiyet vermesinden sonra, memleketimizde bir sürü alaylı âlim türedi. Edebiyat, dil ve tarih sahasında ilmî olmak iddiasıyla birçok şeyler yazıldı. Buda’nın Türk olduğu, Arapçının Türkçe’den çıktığı, Türklerin aryanî ve divan edebiyatının gayrı ahlâkî olduğu ispat olundu (!). Dil ve tarih o kadar müptezel oldu ki iştikakçılıkta, palavra atmakta kabiliyetli ne kadar insan varsa hepsi âlim kesildi."

Aradan 83 yıl geçtikten sonra içinde bulunduğumuz durumu, hele ki itibar kürkünü giyip el üstünde tutulan pseudo-historianları görünce aklıma hep bu makale gelir, acı acı gülerim. 

Mesela tarih kitabı olduğunu iddia ettiği bir "şey"i parasıyla yayınlatan lise mezunu bir hanımefendinin "Türk kadını gerekirse sırtında mermi cepheye cephane taşır; gerekirse tarih kitabı yazıp milletini aydınlatır" demesi ve kendisine karşı çıkan bir arkeoloğu (Allah Allah. Acaba kim ola bu arkeolog?) "batı tarzı eğitimle yetiştirilmiş batının etki ajanı" olarak suçlaması(!) geliyor. 

Mesela, bir Hindicilik ve Tavukçuluk Uzmanı'nın Neolitikten Günümüze Türk Tarihi yazması ve adını da "Başyapıt" koyması geliyor. 

Mesela bir resim öğretmeninin facebook'ta "10. yy Suriye Selçuklularına ait buluntu" diye paylaşım yapması, tv'ye çıkıp (Moğolistandaki Göktürk yazıtlarını kast ederek) "6.-7. yylar'a ait" demesi ya da Uygur harflerini Arap harfleri zannetmesi, kendisini uyaran bir takipçisine "aaaa Uygurca mı?" tepkisini vermesi geliyor.

Mesela bir müzik öğretmeninin Helenistik Dönemde Anadolu coğrafyasında yaşayan halkları "Türk" zannetmesine, Pontus Kralı Mithridates'i, Arapça Bedri adı sanki Türkçeymiş gibi, "Pontus Kralı Büyük Bedri"olarak adlandırmasına, yazıp çizmesine gülüyorum. Bunlar yetmezmiş gibi bu kadının yazdığı "şeylerin" 3-4 internet sitesinde yayınlanmasına ve televizyonlara çıkartılıp ciddi ciddi konuşturulması geliyor.

100 yaşına gelmiş bir elektrik mühendisinin "harf be harf" zırvalamalarını Tanrı sözü gibi kabul edip dünyanın bütün dillerinin Türkçeden çıktığını desteksiz şekilde sallayan Güneş-Dil "şeysi"ne inananların bulunmasına, içlerinden bir "çevirmen"in "buna inanmadığı için Atsız Türk de Türkçü de sayılmaz" diye boyunu aşan hadsiz bir dil kullanması geliyor.

Bir seksoloğun, bir emekli diyanetçinin, bir inşaat yüksek mühendisinin, bir baytarın, bir piyanistin Türk tarihi ve arkeolojisi üzerine ahkam kesmeleri geliyor. Gülüyorum ama bu gülüş sadece sinirden ve üzüntüden. Zira bahsi geçen ve tarihten, dilden ya da arkeolojiden gram haberleri olmayan bu türden insanların yaptıklarının Türk tarihini bozmaya dönük organize bir hareket olduğunu görüyor, bulduğum her fırsatta da dile getiriyorum. Lakin bizim millet gündelik siyasetin koridorlarında o kadar kendinden geçmiş durumdaki, çoğunluk bu büyük tehlikeyi görmüyor, anlamıyor.  Yani bu Pseudo-Historianların yaptığının, Suriye ve Irak'ta onlarca arkeolojik alanı, yüzlerce tarihi yapıyı yok eden İşid Terör Örgütünün yaptığının bir farkı yok. İkisi de tarihi vok edip toplumsal hafızayı yok ettirmek için çalışıyorlar. 

Herşey geçer, siyasi çekişmeler biter, savaşlar sona erer, ekonomi düzelir, ancak Pseudo-Historian dediğimiz bu uydurmacı taifenin yaydığı sahte tarihin insanların beyninde oluşturduğu hasar nasıl giderilir? Bizim buna da kafa yormamız gerekir. Kimse "eğitim yoluyla" demesin. Bir kere pseudo-historian zehrini alıp da iflah olan bir dimağ görmedim henüz. Başka bir yol bulunmalı, bulunmakla kalmayıp uygulamaya geçirilmelidir.

Bu yazımı, Atsız'ın Alaylı Alimlerden Hasan Ali Yücel için yazdığı ve giriş kısmını yukarıda alıntıladığım şaheserinin son cümlesiyle bitirmek istiyorum:


"Hasan Ali Bey çizmeden yukarı çıkmayın. Ben içtimaiyat kitabı yazmaya kalkıyor muyum?"

19 Şubat 2017 Pazar

ATSIZA TERBİYESİZLİK EDEN KAMİL KARTAL ADINDAKİ ADAMCIĞA CEVAPTIR

Bu yazı Sn Buğra Atsız Beğ'in aynı başlıklı yazısından, kendi izniyle alınmıştır... 
Yazının tamamı için bkz: http://bugra-atsiz.blogspot.com.tr/2017/02/v-behaviorurldefaultvmlo.html

"...Ama bunları yazmamdaki asıl maksat bu adamcığın zavallılığını göstermek. Yukarıda da dediğim gibi ne olduğunu bilmediğim bir sebebden babama saldırmış. Yazdıkları şunlar: (Parantez içindekiler benim cevaplarımdır.)

1- Güneş Dil önerildiği dönem dünyayı ayağa kaldırmıştır. (Yalan. Ortada dünyayı ayağa filan kaldıran bir nesne yoktur. Bu hususta gösterebileceği ve bütün dünyanın bildiği bir kaynağı göstersin de görelim.)

2- Atatürke karşı her yönden, her yandan ölçüsüz tepkiler yağmıştır. (Doğru. Atatürkün etrafındaki yalakalar hâriç ciddî târihçilerden tepkiler gelmiştir. Târih kaynaklara dayanan ciddî bir ilimdir. Târih uydurulmaz. Dil de uydurulmaz, velev ki rûh hastası olasınız ve sağın solun dikkatini çekmek için kıvranasınız. Bunlar klinik vak’alardır ve günümüzde de mevcuttur.) 

3- Atsız, bunları birinci elden görmüş, tanıklık etmiş bir kimse olarak Türklük, Türkçülük yapmış olamaz. Bu mümkün değildir. (Pekiyi de Atsız Türklük ve Türkçülük –Türklük yapmak sanırım Güneş Dili, her ne demekse- yapmadıysa ne yapmıştır. Bir iddiâ ortaya atanların o iddiânın sebeblerini de açıklamaları gerekmez mi? Ama uydurmakta üstâd olma yolunda Polat Kaya Han –aşağı kurtarmıyor ha- dedikleri hastalanınca başı akan (!) bunağın peşinde gidince zâhir böyle oluyor.)

4- Atsız, Türklük, Türkçülük adı altında başka bir şey yapmıştır. (Ne gibi bir şey yapmış? Polat Kaya Han aşkına söyleyiver de meraktan kurtulalım.)

5- ATATÜRK'e ve GÜNEŞ DİL'e yapılan çeşit türlü hain saldırılara sessiz, lal kalmak, en sıradan bir insanın bile yapabileceği bir şey değilken, ATSIZ gibi Türklük, Türkçülük yapmış, dilci/edebiyatçı/tarihçi/filozof bir kimsenin bu sessizliği hiç bir Türk için yenilir yutulur bir şey değildir. (Sıradan insanların Güneş Dilden filan haberinin olmadığını sen de bilirsin. Dilci, edebiyatçı, târihçi dediğin bir insanın Güneş Dil gibi bir zırvaya sessiz kalmasından daha tabiî ne olabilir? Dilci, edebiyatçı ve târihçilerin vazifesi saçma sapan işlerle uğraşmak değildir elbette. Onlar ilimle uğraşan ciddî insanlardır. Güneş Dil ile sen, Polat Kaya ve peşinize taktığınız tek hücreli cühelâ tayfası uğraşsın. Ayrıca Atsız filozof değildi, elbet her düşünen aydın kimse gibi felsefî görüşleri vardı, ama bu onu filozof yapmaz. Bir de biz Türkler Türkçe yazarken kelimeleri kesme işâreti ile değil, virgül dediğimiz işâretle ayırıyoruz. Güneş Dilliler demek ki kesme işâreti kullanıyor. Türklük yapmak tâbirini de lütfen kullanma, yanlış. Güneş Dil dediğin zırvayla uğraşmak yerine Türkçe öğrenmeye çalışırsan kendine bir faydan olmuş olur.)

6- Atsız, Türk idiyse, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı Türk olması gerekir, TÜRK'ün kurtuluş savaşındaki en önemli GÜNEŞ DİL bilgisinin en yaman savunucusu, koruyucusu, destekçisi, takipçisi olması gerekirdi. (Bak çocuğum, Atsızın Türklüğü hakkında ahkâm kesmek senin gibi zavallıların harcı değildir, boyunu çok aşar. Ne kültürün yeter, ne de zekân. O boyu budayacak da çok adam var, haddini bil! Türkün kurtuluş savaşı en önemli Güneş Dil bilgisi ne demek oluyor? Bunları yazabilmek ne gibi bir rûh hâletinin sonucudur? )

7- Fakat, şimdi ortaya çıkmıştır ki, ATSIZ, bu konuyu ta en başından beri reddetmiş, karşı durmuş, reddedenlerle işbirliği yapmıştır. (Evlâdım, sen ciddî olarak hastasın. Bu konu dediğin Güneş Dil zırvası ise Atsızın bunu red ettiği çoktan beri bilinen bir şeydir. Yâni şimdi ortaya çıkan bir şey yok. Sen yeni öğrendiysen, bu senin cehâletinden kaynaklanan marazî bir durumdur. Bu konuyu red edenlerle ne gibi bir işbirliği yapmış olduğunu da açıklamak senin vazîfendir. İddiâyı isbât müddeîye âittir. Hukukta öğretilen ilk kurallardan biridir. Bir hukukçuya sorarsan ne demek olduğunu sana anlatır. İstersen Güneş Dil bilenlerinden birine sor, tercüme de edebilir, kelime haznesi yeterliyse.)

8- Bunlar şimdiye dek sorulmadığı, üzerinde düşünülmediği ve yanıtlanmadığı aşikar olan sorulardır. Bu sorular ATSIZ'ın Türk halkı üzerinde kurduğu tabusal işgali sorgulamak gereği doğduğunu kanıtlamaktadır. (Sorulmayan, üzerinde düşünülmeyen, yanıtlanmadığı âşikâr olan sorular nelerdir? Bunlar Atsızın Türk halkı üzerinde kurduğu “tabusal işgali” sorgulamak gereği doğduğunu kanıtlamaktadır  ne demektir? Sorulmayan, üzerinde düşünülmeyen, yanıtlanmayan sorular neyi, nasıl kanıtlar?  Bilhassa tabusal işgal teriminin ne demek olduğunu çok bilmek isterdim.  Dedim a, kafan biraz değil, çok karışığa benziyor. Güneş Dille uğraşmak kolay değil tabiî. Türk halkı üzerinde tabusal işgal kurmak. Vay canına. Gel sen gene de Türkçe öğren istersen.)

9 - ATSIZ, Türklük değil başka bir şey yapmıştır. Bu kesindir. (Tekrar ediyorum, Türklük yapılmaz. İyi de kesin olan nedir, ne yapmıştır Atsız? Şimdi ben kalkıp “Kamil çok büyük bir enâyilik yapmıştır, kesin bilgi, yayalım” desem herkes o enâyiliğin ne olduğunu merak etmez mi? Eder, ben de açıklamak zorunda kalırım, değil mi evlâdım?)

10 - GÜNEŞ DİL'in ne olduğunu, ne demek olduğunu, kapsam ve içeriğinin nerelere vardığını bilmeyen, anlayamayan insanlar susmalı, öğrenmeyi tercih etmelidir. (Güneş Dil denen saçmalığın ne demek olduğunu, kapsam ve içeriğinin nerelere vardığını bildiğini, anladığını sanan insanlar susmalı, gerçekleri  öğrenmeyi tercih etmelidirler demek çok daha doğru olurdu.)

11 - ULU ÖNDER,  BÜYÜK BİLGE, son nefeslerinde "Aman dil... Aman dil..." diye sayıklamış, bu sözcükler, koma süresince Atatürk'ün dilinden hiç düşmemiş, nadiren gözlerini açıp kapadığında sık sık "Dil efendim dil... Aman yarabbi... aman dil..." demiştir. (Atatürkün son nefesinde ne dediği yanında bulunanlar tarafından duyulmuş ve sonradan da yazılmış gerçekler var iken bu gibi saçmalıkları uydurmak ne ile izâh edilir bilemiyorum, biliyorum da susmayı tercîh ediyorum. Goebbelsi okusaydın söylenilen yalanların inandırıcı olması gerektiğini bilirdin.)

12 - Sayısız iftiracının, satılık kalemin, yalancı ve işbirlikçilerin aldatmacalarına rağmen, ULU ÖNDER BÜYÜK BİLGE, GÜNEŞ DİL'den asla ve kat'a vazgeçmemiş, geri dönmemiştir. (Yere göğe sığdıramadığın büyük bilgenin hayatını dikkatlice oku. Satılık kalem, yalancı, işbirlikçi gibi yuvarlak sözlerle bir yere varamazsın. Bunlar kimdir, neden işbirlikçidir, kimlerle işbirliği yapmışlardır vs. gibi iddiâları açıklamak zorundasın. Yoksa senin hakkında da havada kalan iddiâlar yazılır, üzülürsün.)

13 - ATSIZ, yapılan bu zulme kör, sağır ve dilsiz kalmakla, hainlere yardım ve yataklık etmiştir. (Daha önce de dedim, tekrar ediyorum. Sen ve benzerin zavallılar Atsız hakkında ahkâm kesebilecek ne bilgiye, ne de kültüre sâhip insanlardır. Atsız hâinlere yardım ve yataklık etti demek terbiyesizliğin ve küstahlığın danıskasıdır. Aynı şekilde cevap vermesini ben de bilirdim, ama o zaman Kamil Kartalın seviyesine düşmüş olurdum.)..."