13 Ocak 2014 Pazartesi

BİR KİTAP ELEŞTİRİSİ: TÜRK’ÜN GENETİK TARİHİ-3

Yazar “Vistül Nehri bozkırlı yayılmasının son noktasıdır” diyor.[1] Basit bir dünya coğrafi atlasına bakarsanız zaten bozkır dediğimiz kuşağın sınırının Vistül Nehri olduğunu görürsünüz. Yani bu bir coğrafi zorunluluktur. Tarihin garip bir işi değildir.

“Kendi topraklarında krallıklarını ilan etmek için can atan derebeyleri için bu gelenler bulunmaz bir fırsat ve hazır kıta asker demekti bir de dillerini anlayabilseler”[2] cümlesinde de düzeltilmesi gereken yönler var. Öncelikle derebeylik adı verilen olgu, Roma’nın çöküşüyle birlikte hemen başlamış bir durum değildir. Romanın çöküşünden hemen sonra büyük ve merkezi krallıklar kurulmuş (İspanya’da Vizigot, Fransa’da önce Merovenj, sonrasında Karolenj sülaleleri. Almanya ve İtalya’da Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu gibi büyük krallıklar. Ancak 9. Yy’dan itibaren bu krallıkların güç kaybetmesiyle yerel feodal beyler güçlenmiş, feodal beylerin güçlenmesiyle de bahsi geçen merkezi krallıklar güçsüzleşmiştir. Bu da Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından neredeyse 5 yüz yıl sonrasının olayıdır.

Bir de aynı cümlede geçen istilacılarla yerli beylerin birbirlerinin dilini anlamaması meselesi de gayet doğaldır. Zira Latinleştirilmiş Keltlerle, sonradan Kuzey ve Doğu Avrupa’dan gelen istilacı Germenlerin dilleri, kökleri aynı da olsa birbirlerinden farklıdır.

Yazarın bir sonraki paragrafta geçirdiği “protoTürkmen”[3] sözü de ayrıca ve hem de çok fazla komiktir.

Bir başka harika “…İran’da da duramadılar. Türkiye’nin doğusundan Kafkaslara geçtiler ve Osetleri de yanlarına katarak M.Ö. 900’lerde pontik bozkıra çıktılar” sözüdür.[4] Bunun maddi delili nerededir diye sorsak alacağımız cevabı çok iyi bilmekle birlikte, yine de sormadan edemiyoruz. Bu belirtilen göç olayının arkeolojik ve tarihi delili var mıdır? Zira bahsedilen tarih, her ne kadar farazi Karanlık Çağlar içinde dahi olsa yine de etrafta yerleşik kültürlerin olduğu bir zaman dilimidir. Ayrıca çıktıkları söylenen bölgede o tarihte Kimmerlerin önemli ve büyük bir güce sahip olduklarını biliyoruz. O halde bahsedilen bu adsız grup, nereden ve ne şekilde oralara ulaştılar? Böyle bir göç, hiç olmamış olabilir mi acaba?


Bir sonraki sayfada başka bir harikayla karşılaşıyoruz: “Pontik bozkırda çoğalan Surubna Kültürünün evlatları olan diğer bir R1b’li M.Ö. 1.400-1.200 yıllarında bugünki Yunanistan’a girdiler. Atinalılar (Grekler) bunlara Dor diyecektir. R1b’li Dorlar daha sonra Spartayı kuracak ve Atina’nın başına bela olacaktır. Isparta(!) fiziken yendiği Atina’ya medeniyet ummanında teslim olur. Bu teslim oluş Dor erimesiyle Antik Çağın da başlangıcıdır aslında”[5] sözlerine ne diyeceğimizi, nasıl yorum getireceğimizi bilemiyoruz. Yazar bu sayede Dorların da Türk olduğunu kendince ispatlamış oluyor, biz de buna inanıyoruz öyle mi? [6]
Devam ediyoruz: “Bozkırlı protoTürk atanın sülbünden gelen Dor kitle Attik Kültür ve ardından gelen Hristiyanlık hamuruyla yoğrulunca yepyeni bir millet çıkarttı ortaya: Yunanlı!”[7]  Yani Orta Avrupa’dan güneye göç ederek gelen Dorlar, Hint-Avrupalı Dorlar yazara göre Türk oluyor. Pes diyorum, pes!

Bu bölümün en can alıcı kısmına geliyoruz şimdi. Can alıcı ama bir taraftan da can acıtıcı.
Yazar “Birçok İngilizin, Fransızın, İtalyanın, Basklının, Gregoryen Ermenisinin ve Acaralının damarlarında dolaşan aslında Türk kanıdır. Özellikle Rusların, Ukraynalıların, Baskların, İrlandalıların, İngilizlerin, Almanların, Macarların ve Hırvatların…” diyor ve devam ediyor “Bunu biz söylemiyorum.[8] Kim mi söylüyor? Bakınız kim?”[9] diyerek bir konuşma metni yayınlıyor.
Biz bu metni olduğu gibi aşağıya alıyoruz:[10] “Artık çok yönlü bir dış siyaset uygulamanın vakti gelmiştir. Bundan böyle tek yönlü Euro-Atlantik dış siyasetini sürdürmek bize zarardan başka bir şey getirmeyecektir. Bu dehşeti Strasbourg’daki “o malum” tartışmada yaşadık. Bugün Avrupa Birliği artık bir iflas masasındadır. Onun girdiği bunalım sadece derin ve çözümsüz bir mali buhran değil, aynı zamanda çok daha derin bir ahlaki yok oluştur. Avrupa’nın çöküşü artık geri döndürülemez. Avrupa’nın bu sıkıntıyı atlatacağına inananlar ham hayallerle avunuyor. Alman dış siyaseti için artık Avrupa Birliği hiçbir şey ifade etmiyor. Bu birlik artık “kimsenin birliğidir” ve sahipsizdir. Avrupa ise bir mali ve ideolojik savaş alanıdır artık. Eğer çıkmak mümkün değilse o zaman İngilizler gibi köstek olalım biz de! Macaristan’ın Türk Dünyası ile de ilişkiler kurması gerekir. Türk dünyası bize hem saygılı hem de bir akrabamız olarak bizi çok seviyor. Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Kazakistan gelecek yıllarda ekonomik ve ahlaki bakımdan da dünyanın önde gelen ülkeleri olacaktır. Ve biz akrabalarımızla olmalıyız!” dedikten sonra arkadan ekler: “Ardından ne mi oldu? Macaristan Başbakanını istenmeyen kişi ilan ettiler. Birisi de yüzüne tükürdü!”[11]

Yazarın kitabından önceki alıntıdan anladığımız, bu son alıntıladığımız kısmın, yazarın iddia ettiği  “Birçok İngilizin, Fransızın, İtalyanın, Basklının, Gregoryen Ermenisinin ve Acaralının damarlarında dolaşan aslında Türk kanıdır. Özellikle Rusların, Ukraynalıların, Baskların, İrlandalıların, İngilizlerin, Almanların, Macarların ve Hırvatların…” sözünü destekleyecek mahiyette olduğuydu. Ancak görüldüğü gibi, yazarın alıntıladığı bu metnin, bir önceki konuyla uzaktan yakından alakası yoktur.
Ancakbu yazarın alışa geldiğimiz bir durumu olduğundan büyütülecek bir şey değildir. Bu kısımda asıl önemli olan şey başkadır. Yazar yukarıda alıntılamış olduğumuz metinle ilgili şu bilgiyi veriyor: “Macaristan Başbakanı Dr. Lazslo Maracs 17 Aralık 2011 tarihinde Avrupa Parlamentosunda yapmış olduğu konuşmayı…” [12]

İşte zurnanın detone ses çıkardığı yer burası. Önce başlayalım:
1.      Macar tarihinde ne 2011 senesinde, ne öncesinde ne de sonrasında Lazslo Maracs isimli bir başbakan olmamıştır.[13] Zaten ismin aslı da yazarın yazdığı gibi Lazslo değil Laszlo’dur.
2.      Peki ama böyle bir başbakan yoksa, Laszlo Maracs diye biri de yok mudur? Hayır, böyle birisi vardır. Amsterdam Üniversitesinde görevli, Macar Dili konusunda çalışmaları olan, hatta konuyla ilgili sempozyumlar için Türkiye’ye de gelmiştir. [14]
3.      O zaman bu fahiş hata nereden doğmuştur? Yani Dilbilimci Laszlo Maracs nasıl oldu da, Türkiye’de bir akademisyenin yazdığı kitaba Macar Başbakanı olarak girdi? Bu soruların tek cevabı sanırım Gazeteci-Yazar Arslan Bulut’un Yeniçağ Gazetesinde yayınladığı bir makaleden dolayıdır. [15] Görüldüğü gibi Şubat 2012 tarihli bu makalede her şeyin kitapta yazılandan ne kadar farklı olduğu ortaya çıkıyor.
Bir kere daha sormak istiyorum: Böyle bir kitap akademik anlamda herhangi bir değer ifade eder mi?  






[1] Sf. 33.
[2] Sf. 33.
[3] Sf. 33.
[4] Sf. 34.
[5] Sf. 35.
[6] Buradaki biz lafın gelişi söylenmiştir ve internette bu tarz şeyleri doğru kabul edip inanan pek çok saf vatandaşımıza hitabendir.
[7] Sf. 36-37
[8] Evet, söylemiyorum diyor.
[9] Sf. 38.
[10] Sf. 38-39.
[11] Sf. 39.
[12] Sf. 38.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder