6 Temmuz 2018 Cuma

85. Yılında Cumhuriyet Döneminin İlk Aydın Başkaldırısı

Cumhuriyetin ve devrimlerin yeterince kökleşmesinden sonra dil ve tarih alanlarında da yenilikler yapılması ihtiyacı doğmuştu. Bizim gibi imparatorluktan ulus devlete geçiş yapan devletlerde bu bir ölçüde doğaldır. Doğal olmayan kısmı, bu konuda eski tabirle söylemek gerekirse ifrata kaçılmış, bilimsel bakımdan hiçbir gerçekliği ve mantığı olmayan tezler ileri sürülüp gerçekmiş gibi kabul edilmiştir. Dil alanında bütün dillerin Türkçe’den çıktığını ileri süren Güneş-Dil “Teorisi”, tarih alanındaysa bütün dünya milletlerinin Türk olduğunu öne süren Tarih “Tezi” ortaya atılmış ve 3-5 yıl Türkiye’de tek geçerli görüş olarak okullarda okutulmuştur. Dil/dilbilim başka bir bilim alanı olduğu için, Güneş-Dil “Teorisi” ile alakalı kısımları dilcilerimize bırakıyor, biz kendi alanımız olan tarih ve arkeoloji’ye, bu minvalde de Tarih “Tezi”nin ortaya atıldığı 1. Türk Tarih Kongresine geri dönüyoruz.
Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasıyla birlikte, bir tarih kongresi toplanması fikri ortaya atılmış olup kongre 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında Ankara’da toplanmıştır. (1) Kongre’ye yurt içi ve yurt dışından çok sayıda isim davet edilmiş ve davet edilen isimler çeşitli bildiriler sunmuştur. Ancak şöyle bir incelediğimizde özellikle yurt içinden katılanların ve o malum “tez”i hararetle savunanların hiçbirisinin tarihçi olmadığını hayretle görüyoruz. Mesela 9 Temmuz tarihli oturumda “Akvam-ı Kadime-i Şarkiyye Hakkında Bazı Mütalaalar” başlıklı bir sunum gerçekleştiren Avram Galanti bir hukukçudur. İlginçtir, 7 Temmuz günkü ve bizim bu yazımızı yazmamıza sebep olan oturumda dünya çapında ünlü tarih profesörü A. Zeki Velidi Togan’a tarih dersi vermeye kalkışan Reşit Galip tıp doktoru, Sadri Maksudi ise Avram Galanti gibi hukukçu idi. Umarım başka yazılarda neden “tez” değil de “Tarih Şeysi” yazdığımız anlaşılmıştır. Zira tarihçi olmayanların söyledikleri, yazdıkları ancak “şey” olarak vasıflandırılabilir.
7 Temmuz öğleden önce ve öğleden sonra yapılan bazı “sunumlar” ve bunlara karşılık Togan’ın itirazı, salonda ortalığı germiş, bu gerginlik öğleden sonraki oturumda tıp doktoru Reşit Galip’in Togan’a hitaben “Zeki Velidi Bey’in Darülfünundaki kürsüsü önünde talebe olarak bulunmadığıma çok şükrediyorum”(/2) demesiyle farklı bir mecraya geçmiştir…
Bir önceki paragrafta belirttiğimiz oturumdaki tartışma ve kavgalar aynı gün Istanbul’da duyulmuştu. O sırada Darülfünun Türkiyat Bölümünde asistan olan Hüseyin Nihal Atsız, bulabildiği diğer 7 (yedi) asistan arkadaşlarıyla birlikte Sirkeci Postanesinden Ankara’ya iki telgraf çeker. Birincisi o sözleri sarfeden tıp doktoru Reşid Galip’e hitaben “Biz ise Zeki Velidi’nin talebesi olmakta iftihar ederiz”sözlerini içermekteydi. Zeki Velidi’ye yollanan ikinci telgrafta ise sadece “Tebrik ederiz” denilmişti.(3)
Darülfünundaki asistanların bu şekilde bir protestosu Ankara’da, devlet ricali arasında şaşkınlık yaratmıştı. Zira bu cumhuriyet döneminde aydınların ilk toplu itirazı idi. Ondan önceki bütün itiraz ya da ayaklanmalar ya dinciler, ya kürdçüler tarafından yapılmıştı. Bu seferki ise cumhuriyet’e bağlı, aydın Türklerden geliyordu. Maalesef bu tamamen bilimsel itiraz kısa sürede boğuldu. Telgraf çekenler üniversitelerde barındırılmadı. Bu şekilde olan, her zamanki gibi, Türkiye’ye, Türk bilimine ve akademik camiasına oldu.
Bu telgraf olayı, Dr. Reşid Galip’in 2.5 ay sonra Maarif Vekili olmasıyla yeniden gündeme gelmiş ve Mart 1933’te Atsız üniversitedeki asistanlık vazifesinden alınarak Malatya Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine tayin edilmiştir. Bundan sonra Atsız bir daha üniversiteye sokulmamıştır. Atsız gibi bir değerli bilimadamının üniversitede eğitim vermesi ve bilim yapması gerekirken ortaokul ve lise öğretmenliğiyle uğraştırılması, Türkçüler tarafından derin şekilde düşünülmesi gereken bir durumdur.
Atsız, 7 Temmuz’daki hareketini sadece Togan hocanın öğrencisi olması dolayısıyla değil, kongrede “tez” diye ileri sürülen “şey”lerin gerçeklerle alakası olmadığı için de yapmıştır. Bu sebeple bu konu hakkındaki fikirlerini ömrü boyunca aynı şekilde sürdürmüştür. Gariptir, bizim Türkçü camiada Atsız’ın bilim adamlığı gerektiği gibi değerlendirilememiş, hamasi bir kaç konuşma ve ezberlenen 2–3 şiirle Atsız geçiştirilmeye çalışılmıştır. Oysa ki Atsız, pek çok benzerlerinden farklı olarak, iyi bir bilim adamı idi.(4) Son zamanlarda bazılarının iddia ettiği gibi sadece bir edebiyatçı değildi. Aynı zamanda bir tarihçiydi.(5) Bu sebepledir ki kendisinden öncekilerin ortaya attığı Türk Tarihinin bir bütün olduğu yolundaki tezi geliştirip sistemli bir hale getirmiştir. Bu yönden bakıldığında gerçekten milli Türk Tarih Tezi’ni de Atsız’ın hazırladığını söyleyebiliriz.
Türkçüler, Atsız’ın çizdiği istikamette, Türk tarihinin bir bütün olarak tanıyıp görmek ve iyisiyle-kötüsüyle sevmek zorundadır. Hasan Ali Bey gibi çizmeden yukarı çıkanlara (6), Türkçülükle bir gram alakası olmayan nevzuhur Ulusalcı tiplere değil, kendi alanında doğruları söyleyen, gerçek Türkçülere inanmak zorundadır.
Hülasa; Bugün 7 Temmuz! Atsız’ı, bizim bildiğimiz Atsız yapan önemli bir gün. Bugün Cumhuriyet dönemimizin ilk aydın başkaldırısının yıldönümü. Unutma, unutturma!
TTK
(1) http://www.ttk.gov.tr/yayinlarimiz/i-turk-tarih-kongresi-02-11-temmuz-1932-ankara/
(2) Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri, Sf. 72
(3) Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri, Sf. 72.
(4) Geniş bilgi için bkz: http://adilyilmaz.blogspot.com.tr/2016/12/atsizin-bilim-adamligi.html
(5) Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferler, Sf. 72. Dipnot: 2.
(6) Atsız, “Alaylı Alimler”, Orhun: 5, 21 Mart 1934.
Kaynak: http://www.sabithaber.com/85-yilinda-cumhuriyet-doneminin-ilk-aydin-baskaldirisi-adil-yilmaz-4395/ 

Hiç yorum yok: