13 Temmuz 2012 Cuma

"İRAN İLE TURAN" YA DA DELİLSİZ TARİH OLUR MU?-2


Kitabın 3. Bölümü “Turan’ın Kısa Tarihi” adını taşımakta. [1] Burada da ilk olarak şöyle bir cümle göze çarpıyor: “Bilgimiz açısından Orta Asya’nın durumu da İç Asya’dan farklı değildir..” Acaba Orta Asyayla İç Asya tabirleri arasında bir fark var mı? Açıkçası ben şimdiye kadar bu iki tabirin de, birbirinin aynı olduğunu biliyordum. Demek ki farklıymış..

“Türklerin türeneği[2], hareket ve yayılmaları. Bu araştırmaların somut meyveler vermesiyle birlikte, klasik bilimin Altaylar’ın bile ötesine itelediği bir arazi ile son yıllarda gelişen ve haklılık ve doğruluk payı son derece yüksek olan, çok daha batıda, hatta Ortadoğu’da bir kadim Türk yurdu arasında kalan Türkler, sonunda bir sabit yurt tutabilecekler, hatta göçebelikten de kurtulacaklardır.”

Bu cümledeki yazım ve anlatım bozukluklarını bir kenara bırakalım.  Yazarın burada “klasik bilim” dediği ve Türklerin anayurdunu Altaylar’ın da ötesine atmaya çabalayan görüş, batı bilim camiasında kuvvetli taraftarları olan Hint-Avrupa teorisidir. Bu görüş, dünyadaki bütün köklü medeniyetlerin Hint-Avrupalı kökenden geldiğini delilsiz, kanıtsız ama ısrarlı bir propagandayla dile getirmektedir.[3] Önceki yazımızda da değindiğimiz üzere Türkler göçebe değil konar-göçerdir. Tarihin hemen her döneminde de bu yaşamı devam ettirmişlerdir. Hâl böyleyken hala “Türkler göçebedir” akla, mantığa ve bilime sığar bir tarafı yoktur. [4]

“Cengiz Han da Oğuz soyundandır” sözü de ilgi çekicidir. [5] Şimdiye kadar böyle bir iddiayı duymamıştım. Bu cümlenin dipnotunda ise bu söze açıklama yerine Şecere-i Terakime ve  Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi Togan hoca’nın “Oğuz Destanı” isimli eserine gönderme vardır. Bu göndermeler de Oğuz han’ın atalarıyla ilgili bilgileri içermektedir. [6]

51. sayfadaki bir dipnotta geçen bir söz de dikkatimizi çekti. [7] “ (Özbekler) .. Taşkent ve etrafını alınca, onlardan kopan ve bozkır’da serazat yaşayan kimi mirzaların çevresinde toplanan çeteler, sonraki Kazak halkının nüvesini teşkil etti.” Bağımsız yaşam süren bozkırdaki küçük obaları çete olarak adlandırmak, herhalde şimdiye kadar Rusların bile aklına gelmemiştir. Türk tarihini layıkıyla bilmezseniz, Motun Yabgu’yu rahatlıkla bir baba katili, Köl Tigin ve Bilge Kağan’ı darbeci, Attila veya Çingiz Kağan’ı da istilacı vahşi olarak görebilirsiniz. Tıpkı Kurtuluş Savaşımız sırasında Ankara’daki Mustafa Kemal Paşa’nın çeteci ilan edilmesi gibi..

Yine aynı cümleye göre Kazakların en erken 16. yy’ın ortalarında, yani Şeybani hanlarının bugünkü Özbekistan taraflarına yerleşmesinden sonra ortaya çıktığı gibi bir sonuç çıkıyor ki, bu da yanlış bir bilgidir. Cuci soyundan gelen Şeyban hanları, 15. yy başlarından itibaren önce Kazak bölgesine hakim olmuş, bilahare 16. yy başlarında, Timurlu emirlerinin iç mücadelelerinden faydalanarak bütün Batı Türkistan havalisine egemen olmuşlardır. 15. yy ortalarında, takriben 1460 yılı civarında kaynaklarda “Kazak” sözü geçmeye başlar. [8]  Yani görüleceği üzere, Kazak sözü iddia edilenin aksine daha eskilere dayanmaktadır.

Europid ve Mongoloid tanımlarını kabul etmeyen yazar, bunların yerine, artık kimse tarafından kullanılmayan eski iki tabiri kullanmıştır: Beyaz Irk ve Sarı Irk. [9] Tamamen antropoloji biliminin kendine has sınıflandırmalarından olan Europid ve Mongoloid tabirlerinin, Türk soyuyla bağlantılı kullanılmasına karşı olmak, bunların yerine artık dünyada kimsenin kullanmadığı Beyaz, Sarı ya da Siyah Irk sözlerini getirmek olmamalı.

İlerleyen satırlarda daha önemli şeylere rastlıyoruz: “Türklerin Sarı Irk’tan oluşu da ispatlanmamış bir konudur. [10] Bugünkü Türklerin çoğunluğunun bu ırkla bir bağlantısı yoktur.[11] Eski zamanlarda ise, ilerleyen sayfalarda gösterileceği üzere, Türklerin Sarı Irktan veya Moğolsu olmalarına zaten imkân yoktur. Doğu Türklerinde göze çarpan Moğolsuluk, binlerce yıllık içiçeliğin sonucu olsa gerektir. Doğuya gittikçe Moğolsu özelliklerin artması da bunun göstergesidir.” [12]

Yazarın bu satırlarda sözünü ettiği “Moğolsuluk”, eğer göz çekikliği ise, bugün Balkan ve Anadolu Türkleri ile Azerbaycan Türkleri dışındaki bütün Türk boylarında görülen göz çekikliğini neye yoracağız? Türkistan ve Bozkır coğrafyasındaki büütn diğer Türk boylarının, yazarın tabiriyle Moğolsulaştığına mı? Peki, bugün dahi dünyadaki bütün Moğol nüfusu 7.5-8 milyon civarındaysa, bu kadar az nüfusa sahip bir halkın, kendilerin kat be kat çok ve kuvvetli bir millet olan Türkleri kendilerine benzetebilmelerinin sebebi nedir? Buna imkan var mıdır? Yoksa, o zaman bütün bu Türk boyları da mı Moğoldur? Ayrıca, bugün Anadolu Türklerinin pek çoğunda görülen göz çekikliği ya da Azerbaycan Türklerinin tabiriyle söylemek gerekirse “kıyıq gözlülüğü” nasıl açıklayacaksınız? Görüldüğü üzere buradaki “Moğolsu” tabiri de havada kalmaktadır.

Bu alıntının son cümlesinde de “doğu’ya gittikçe Moğolsu özelliklerin artması” değil, tam aksine, batıya geldikçe (yazarın tabiriyle) Moğolsu özelliklerin [13] azalması söz konusudur.

Yine aynı sayfada[14] bulunan 41 numaralı dipnotta “.. eski Türklerin sarışınlık içeren bir topluluk olduğu görülmektedir” ifadesi yer alıyor. Elimizdeki tarihi vesikaların hiçbirisinde bütün Türklere sarışınlık izafe edilmez. Kumanlar dışında herhangi bir Türk boyunun sarışınlığına yapılabilecek tek gönderme “Sarı Uygur, Sarı Türgiş” gibi boy adlandırmaları olabilir. Ancak bunun da elle tutulur bir tarafı şimdilik görülmemektedir. Çünkü böyle bir iddiayı ortaya atanlara haklı olarak, “o zaman Kızıl Keçililer Kızıl saçlı, Karahanlılar zenci, Ak Koyunlular beyaz tenli miydi?” sorularını sormak durumunda kalırız..

Yazarın, aynı sayfada göçerlikle göçebeliği birbirine karıştırdığı görülüyor. “Turan insanının, bozkır kuşağında yaşayanlar da dahil, yaratılıştan itibaren göçebe olduğunu düşünmek son derece yersizdir. Göçerlik muhtemelen M.Ö. 4 ila 3. by’dan itibaren tarıma elverişli toprakların kenarlarında başlamıştır.” [15]  Bu cümle de akla “o zaman bu insanlar göçer hayata geçmeden evvel ne yapıyorlardı?” sorusunu getiriyor. Eğer tarım yapıyorlardıysa, neden göçer hayata döndüler? Ana ekonomik güçleri at ve koyun üzerine kurulu olan Bozkır halklarının, bir yere bağlı olarak yaşamaları zaten imkânsızdır. Yaz ve kış mevsimleri arasındaki büyük sıcaklık farkları da, bölge halkına konar-göçerlikten başka bir çözüm sunmamaktadır. Bozkır bölgesinde yaşayan bütün halklar, bu zorunluluk uyarınca, hayvan sürüleri ve bütün ağırlıklarıyla birlikte, yazın yüksek ve serin yerlerde, kışınsa alçak ve nispeten sıcak bölgelerde yaşarlardı. Gerek yazın, gerek kışın kaldıkları bölgeler de evvelden belirlenmiştir. Kimse kimsenin alanına girmezdi. Bütün bunlar, konuyla ilgili çalışan bütün tarihçilerin ortak görüşü olup pek çok yayında yer alan bilgilerdir.

Yazar biraz aşağıda, Bozkır bölgesinde bulunan en eski kültürler olan, Afanasyevo (M.Ö. 2.500-1.700), Okunev Kültürü (M.Ö. 2.500-1.500 civ.) ve Andronovo Kültüründen (M.Ö. 1.700-1.200) bahsedip Batılı bilim adamlarının(!) bunlardan 1 ve 3.’sünün beyaz, diğerinin ise sarı ırka ait olduğu şeklindeki iddialarını yineledikten sonra “Altayların bu kültürün dışında kaldığını belirtelim”[16]. Elde bulunan arkeolojik verilerin hiçbirisi, yazarın bu sözlerini teyid etmemekte. Aksine, Andronovo Kültürünün yayılım alanı, Yenisey nehrinden Hazar’a kadar uzanan bölge olarak kabul edilmiştir. Altay Dağları bu kültürün K. Doğu sınırıdır.

“Sonraki dönemde, muhtemelen iklim değişiklikleri sebebiyle, belki de Ceyhun nehrinin sürekli yatak değiştirmesi ve bu arada etrafı yıkması yüzünden, bizce ise ileride değineceğimiz külli bir istilâ yüzünden, Aral boylarının kendine özgü kültürü ortadan kalkmakta” diyen yazar[17],  başka bir yerde “Bu ailenin doğu kolunu, Hint-İran veya eski ismiyle Ari ırkının dili oluşturur. Bunların yurdu, yani Arianem Harezm civarında olmalıdır”[18] der.. 





[1] S. 45.
[2] Yazar türenek sözünü ilk ortaya çıkılan bölge anlamında kullanmıştır. Sf. 46.
[3] İlginçtir, ilerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, yazar Hint-Avrupalıların bu dayanaksız görüşlerini bir ölçüde kabul etmiş görünmektedir.  
[4] Ortadoğu’daki Türk yurdu meselesinde ise, hem ilerleyen bölümlerde gerekli izahları yapmaya çalışacağız, hem de konuyu anlatan yayınları farklı bir makalede değerlendireceğiz.
[5] S. 50.
[6] S. 50. Dipnot: 37.
[7] S. 51. Dipnot: 38.
[8] Konuyla ilgili olarak Doç Dr. Abdulvahap Kara’nın çalışmalarına bakılabilir.
[9] S. 52.
[10] İspatlanmamış olması normaldir, çünkü 20. yy başlarında ortaya atılan bu fikir, ispatlanamadığından artık dünya yüzünde kimse tarafından kullanılmamaktadır. Olmayan bir şeyi, kimsenin ispatlayamayacağı da aşikardır. 
[11] Bu cümleye göre, Türkler tek bir soydan gelmeyen, bir tür soylar karışması oluyor..
[12] S. 53.
[13] Aslında çekik gözlülüğün..
[14] S. 53.
[15] S. 53.
[16] S. 54.
[17] S. 55.
[18] S. 158.

Hiç yorum yok: