13 Ocak 2014 Pazartesi

BİR KİTAP ELEŞTİRİSİ: TÜRK’ÜN GENETİK TARİHİ-2

Eleştirimizin buraya kadar olan kısmında, metodolojiyle ilgili gördüğümüz sorunları genel olarak ortaya koyduk. Bundan sonraki bölümlerde ise, yazarın yazdıklarıyla ilgili daha detaylı bilgi vererek bize göre yanlış olan noktaları göstermeye çalışacağız.

Bu kısımda geçen “… Bir kısım akrabalarını bugünkü İsrail ile Mısır arasında bir yere bıraktılar”[1] sözü aklıma takıldı. İsrail ve Mısır sınırdaş ülkeler. İkisinin arasında bir yerlerden kası ya sınır çizgisi, ya da iyimser tahminle bugünkü Gazze olabilir. Üçüncü bir ihtimal benim aklıma gelmedi.

“M.Ö. 2.000’lerden M.Ö. 800’lere kadar dünya için birçok yönden bir var oluş yok oluş mücadelesinin cereyan ettiği dönemdir. Bu döneme karanlık çağ deniyor” [2]  sözü tashih edilmeye muhtaç görünmektedir. Zira arkeoloji ve Eskiçağ Tarihiyle ilgilenen, o dönemin yayınlarını okuyan herkes bilir ki “Karanlık Çağ” terimi kabaca M.Ö. 1.200-800 arasını kapsayan bir dönemdir ve son zamanlarda bu terimin kullanılmasının doğru olup olmadığıyla alakalı akademik tartışmalar meydana gelmektedir.

Tabii ondan önceki cümlenin de maşallahı var: “…Kafkaslar’dan Anadolu’ya oradan Lübnan, Suriye, Mısır, Libya ve Fas yoluyla İber’e geçtiler.”[3] Herhalde Tunus’la Cezayir’den geçmemek için Libya’dan Akdenize açılarak Fas’ta tekrar  karaya çıkmışlar…

Yine anı sayfada şu ifadelere tanık olmaktayız: “Yani Hz. İbrahim ve onun soyundan gelenler R1b’lidirler tıpkı Hz. İsa gibi. Evet, tıpkı onun gibi diyorum zira hem onun hem de Hz. Muhammed S.A.V. efendimizin bağlı bulunduğu kabilenin ismi Kureyştir”. [4]

Hz İsa’nın da Kureyş Kabilesinden olduğunu biz ilk kez, burada duyduk. Sanırım benim gibi pek çok kişi de burada duymuştur. Galiba Hz. İsa yaşasaydı, o da bunu bu kitaptan okuyup haber alacaktı. Yazar bu sözleri o kadar kesin söylüyor ki “elinde kanıt olmasa bunları söyleyemez, kaynakları vardır” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Ancak önceki yorumumuzda dikkati çektiğimiz üzere, burada da kaynak gösterilmemiş.

Kitabın bazı yerlerinde Kuran’dan alıntılar yapan ya da yaptığını söyleyen [5],  “Hz. Muhammed S.A.V. Efendimiz” gibi, İlahiyat çalışmalarında olması gereken cümleler kullanan sayın yazar, Hz. Muhammed’in genetik soyuyla ilgili ne tür dna çalışmaları yapıldığını açıklasa da biz de bu konuda aydınlansak. Aynı şekilde hiç evlenmeyen ve çocuğu olmadığına inanılan, Kuran’a göre çarmıha gerilmeden evvel Tanrı tarafından göğe çıkartılan Hz. İsa’nın hangi dna verilerinden yola çıkılmış ve onun İbrahim Peygamber soyundan ve Hz. Muhammed’le akraba olduğu sonucuna ulaşılmıştır?

Bir sonraki paragrafta Hurrilerden bahseden yazar “Hurri denmesine bakmayın bunlar bir Türk boyu olan Subarlardır” der ve yine kaynak göstermez. Ancak şahsen bilmekteyiz ki özellikle Azerbaycan’da konuyla alakalı çalışan Sayın Prof. Dr. Firudin Ağasıoğlu’nun çalışmalarında bu konulara değinilmektedir. Aynı şekilde Doç. Dr. Osman Karatay’ın “İran ile Turan” isimli kitabında[6] ve Güney Azerbaycanlı alim M. Taki Zehtabi’nin “İran Türkleri’nin Eski Tarihi”[7] isimli eserinde de bu konuya az çok değinilmektedir. Yani yazar burada isimlerini verdiğimiz çalışmalardan yararlandıysa kaynaklarında neden göstermemiştir bilemiyoruz açıkçası.  

Hurrilerle ilgili yazmaya devam eden yazar bu sefer de “Gelip Bayburt’a yerleştiler.” Der ve devamla “Zamanla toprakların verimsizliğinden ve dış etkilerden dolayı ikiye bölünerek bir kısmı Urmiye Gölü çevresine kalan kısmı ise Suriye’ye göçer” der. Doğrusu yazarın bu Bayburt takıntısına bir anlam veremiyoruz. Bayburt Valiliğinin sitesinde Bayburtla ilgili şu bilgiler yer almakta: [8] “Doğusunda Erzurum, batısında Gümüşhane, kuzeyinde Trabzon ve Rize, güneyinde Erzincan illeri ile çevrili Anadolu’nun kuzeydoğusunda Çoruh nehri kenarında ve denizden 1550 m yükseklikte kurulmuş 3739 km² yüzölçümlü bir ildir.” Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2012 verilerine göreyse[9] şehrin toplam nüfusu ancak 75.797’dir. Yani günümüz şartlarında bile 100 bini bulmayan bir nüfusu ancak barındıran Bayburt topraklarında, günümüzden 5 bin yıl evvel, bütün Ön Asya Coğrafyasına yayılan Hurrilere barınak sağlaması hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu kadar ufak bir alan, o dönem ne kadar insan barındırmaktadır ki bunlar daha sonra Hazar’dan Kızılırmak’a kadar yayılabildiler? Ya da yazarın tabiriyle nasıl oldu da bir bölümü Urmiye Gölü kıyısına, diğer bölümü Suriye’ye göçtüler? Bu cümlenin mantıklı bir açıklaması var mıdır?

Yazar yukarıdaki cümlelerin hemen arkasından, bu sefer de Hititleri Türk yapmakta beis görmez.[10] Bu konuda yazıp söylemekten dilimizde tüy bittiği için, yorum bile yapmıyoruz.

Devam edelim. “Bin yıl sonra ise Avrupa’nın doğu ufkunda yeni bir R1a ve R1b dalgası belirdi. Önce Kimmerlerle Alanlar (Çerkeslerin içinde bulunduğu ikinci grup) girdiler. Bozulmuş Dorlara uymaları çok sürmedi”. Üzerinde çok uğraştığımız Kimmer kısmını bir tarafa bırakıyoruz ama Kimmerlerle Alanların bir arada hareket ettiklerini hiçbir kayıtta görmedik şimdiye kadar. Acaba yazar, bunu nereden bulmuş? Daha da garibi, “bozulmuş Dorlara uymaları” sözüdür. M.Ö. 13. Yy’da, Orta Avrupa’dan inerek Yunan anakarasını istila ederek Miken uygarlığını ortadan kaldıran, ardından Ege adaları aracılığıyla Güney Batı Anadolu’da Karia Bölgesine yerleştikleri düşünülen Dorların Kimmerlerle ve hele hele Alanlarla ne gibi bir benzerliği vardır? Daha önemlisi Dorlar, öncesinde neydiler ki, sonradan bozuldular? Yoksa yazar Dorları da mı protoTürk sayıyor?
İncelemeye devam edelim: “Bunların yanında o zaman Pontik bozkırda bulunan[11] Cermen, Gots/Ots/Uz, Burgond, Lombard, Valk ve Alanlar (Osetler) bir sel gibi Avrupa içlerine dalarak ta Roma’ya kadar indiler”[12] sözüne de itirazımız var. Burada geçen “Gots/Ots/Uz” cümlesine göre yazar Gotların Uzlarla aynı olduğunu söylüyor. Yani Doğuda yaşayan bir Germen halkı olan ve 15. Yy’a kadar Kırım’da yaşamaya devam eden Gotlarla Oğuzların 11. Yy’da Avrupa’ya geçen kolu olan Uzları aynı görüyor. Burada son zamanlarda moda haline gelen, zorlama ses benzeşmelerine bakarak herkesi Türk yapma hastalığının bir yansımasını görüyoruz. Başka bir açıklamasının olduğunu düşünmüyorum.  

Yazarın Vlak dediği Ulahlarsa, bunların yaşadıkları bölge Osmanlı kayıtlarında Eflak olarak geçen günümüzdeki Romanyasıdır. Ayrıca Kuzey Yunanistan’ın çeşitli bölgelerinde de Ulahların yaşadığı bilinmektedir. Latin kökenli bir dil konuşan bu halkla Asyalı konar-göçer Türkleri benzeştirmenin nedeni nedir? Kaynak var mıdır? Yoksa kaynak sadece ve sadece sayın yazarın kendi “özel çalışmaları” mıdır? Başka bir kaynak gösterilmediğine göre... 


[1] Sf.31.
[2] Sf. 32.
[3] Sf. 31.
[4] Sf. 31.
[5] Bkz. Dipnot: 8.
[6] Kitabın genel anlamda muhtevasına karşı da olup kitaba daha evvel bir eleştiri yazmış olsak da, yine de çalışmanın önceliğini söylemek durumundayız.
[7] M.Taki Zehtabi, İran Türkleri’nin Eski Tarihi, IQ Yay, 2010.
[10] Sf. 31.
[11] Yazar Troya’ya Turova demeyenleri ihanetle, maşalıkla suçluyor ama kendisi Karadeniz’in kuzeyindeki Doğu Avrupa Bozkırları için Pontik tabirini kullanmayı bırakmıyor. Belki Pontik sözü de protoTürk’tür(!)
[12] Sf. 33.

1 yorum:

hattiler dedi ki...

https://hattians.blogspot.com/2021/11/alper-ylmazn-turkun-genetik-tarihi.html?m=1