Yazar
Andronovo’yu anlattığı kısımda şunları söylemekte: “Ayrıca o dönemde bölgede
etkin olan dil Ural-Yenisey dilleridir”[1]
Dille ilgilenmememize, uzmanlık alanımız olmamasına rağmen bilgilerimiz
Ural-Yenisey Dilleri diye bir grubun varlığından daha evvel haberdar
olmamıştık. Bu nedenle baktığımız dil kitaplarında böyle bir tabire
rastlayamadık. Acaba yeni bir bilgi mi diyerek alanında yetkin dil bilimcilerle
görüştük, onlar da böyle bir dil ailesinden haberdar değillerdi. Sanırım bu da,
yazarın yeni ve ultra-modern buluşlarından bir tanesi olacak.
Biraz
sonraysa “M.Ö. 13. Yy’dan 7. Yy’a kadar elde edilen bütün Kazak örneklerinin
neticelerine baktığımızda sarı ırkın dışındaki Asya’lı Türk tipine uygun olduğu
anlaşılmıştır” diyor. Sormak isteriz, bu Kazaklar acaba yün mü, yoksa orlon mu?
Sentetik mi, el örgüsü mü? Öyle ya M.Ö. 13. Yy’da bahsedilen olsa olsa üste
giyilen kazak olur. Zira ne M.Ö. 13. Yy’da, ne de M.S. 13. Yy’da Kazak adı
verilen bir boy ya da boy birliği yoktur. Kazak adı ilk kez, boy adı olarak 15.
Yy’ın ikinci yarısında çıkmıştır. [2]
Bu tarihten önce Kazak var demek, Stalin tarafından Türk boylarını parçalamak
ve birbirleriyle bir olmalarını engellemek için görevlendirilen Gumilev’in
hezeyanlarını hatırlatıyor bize. Yani Etnogenezi! Acaba yazar etnogenezi mi
desteklemekte, savunmaktadır?
İlerleyen
sayfalardan birisinde “Türk Maykop Kültürünün akrabası olan Sümerler ve
ardılları Hurriler” ifadesi geçiyor. Kuban Nehri kıyısındaki Maykop Kültürünün Bozkırla
ilişkileri konusunda bizim de bazı görüşlerimiz var. Ancak arkeoloji ve tarih
eğitimlerimize rağmen biz, yazar kadar kesin konuşamıyoruz. Bu kısmı geçtik lakin
sonrasında takıldığımız yerler var. En başta Maykop Kurganı M.Ö. 3. Bin yılın ortalarına
tarihlendiriliyor.[3]
Sümerlerin Mezopotamya’daki kültürlerinin tarihiyse M.Ö. 4. bin yıl ortalarında
başlar zira yazı o dönemde icat edilmiştir. Ondan öncesiyle ilgili Sümer
efsaneleri çeşitli bilgiler vermekle birlikte, bu konuda kesinleşmiş bir durum yoktur.
Gilgameş Destanı’nda belirtilen bölge özelliklerinden yola çıkılarak,
Sümerlerin Hazar Denizi kıyısındaki Aratta ya da Erette Şehri veya bölgesiyle
ilgileri oldukları düşünülmektedir.[4]
Aynı şekilde seramik üzerinde yapılan çalışmalarda Sümer Seramikleriyle Hazar’ın
güneydoğusunda, bugünkü Türkmenistan’da bulunan Anav Şehrinden çıkan seramikler
arasında benzerliklere rastlanılmıştır. Mezopotamya’nın doğusunda, bugünkü İran
devletinin Zağros Dağları yakınlarındaki Hamedan Bölgesinde yerleşik olan
Elamların da, gerek dil, gerekse kültürel anlamda Sümerlerle ilişkili
olabilecekleri düşünülmektedir. Hurriler ise, M.Ö. 3.000’lerden itibaren,
sadece Bayburt’a değil, bütün Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya’ya dolayısıyla
bugünkü Azerbaycan topraklarına da yayılmış bir halktır. Görüldüğü üzere
Sümerlerle Hurriler, aynı dönemlerde, yakın coğrafyalarda yaşamış iki halktır.
Bu yüzdendir ki yazarın dediği gibi Hurriler’in Sümerlerin ardılı olması gibi
bir durum yoktur.
Yazar
bir yerde “O yüzden Andronovo Kültürünün kapladığı alana Batı Avrasya denir”
diyor. İyi de, daha önce söylediğimiz üzere[5]
bu Avrasya sözü midemizi bulandırmakta. Bir kere mantıken Avrupa ve Asya
kıtalarının kalbinde yer alan Andronovo Kültür alanının Batı Avrasya diye
nitelendirilmesi coğrafyaya aykırıdır. Batı Avrasya değil de Batı Asya olabilir
ancak.
Yazar
“Zira Çinli Hanlılar[6]
R1b ve R1a karşımıdır” diyor. Yani yazar, bundan önceki kısımlarda uzun uzun
anlattığı R1a ve R1b’lilerin Türklüğünü kendine göre ispatladıktan sonra ve
Hint-Avrupalılar’ın tamamını Türk yaptıktan sonra, şimdi de kendi tabiriyle “Sarı
Irk” olan Çinlileri, hem de Han Çinlilerini Türk ilan ediyor. Doğrusu, ilmin bu
kadarı karşısında nutkumuz tutuluyor!
Yazar
kitap boyunca çeşitli cümlelerin etimolojisiyle ilgili görüşler de ileri
sürmektedir. Bunlardan birini alalım: “Parpola bu durumu düşman bir kabile olan
Dahalar’ın (Avesta dilinde Dha) açıklamalarına göre belirler. Ama bu kelimenin
kendisi de problemlidir zira Dasyu ve Daha kelimeleri Hint-Avrupa kökenli değil
Miken kökenlidir. Ural dillerindeki Doselo Mikence’ye Doelo şeklinde Mikence’den
Grekçe’ye doulos olarak geçmiştir.”[7]
Lütfen, bilenler gülmesin!
Yukarıda
alıntıladığımız kısmı ne yapsak, nasıl düzeltsek, neresinden başlayarak
eleştirsek bilemiyoruz. Başlı başına bu kısım bile bir hazine niteliğinde. Bence
dil bilimci olsam, bu kısımdan güzel bir makale çıkartabilirdim. Ama dilbilimci
olmadığımdan, kendi iyi bildiğim alana dönerek, eleştirilerimi bu minval üzerinden
sürdüreyim.
Yazarın,
az ileride “Fincede köle anlamına gelir”[8]
dediği Doselo, Dahyu, Daha vs bir cümle yok. Fince’de köle anlamına gelen ana
söz orja’dır. Ayrıca slave sözüne de rastlıyoruz. Bu söz, genel olarak Slavlara
isim babalığı yapmış bir sözdür.
Yazar
Fince olduğunu ileri sürdüğü sözün Mikence’ye geçtiğini söylüyor. Hem de
alıntıladığımız cümleden bir önceki cümlede Mikenlerin Hint-Avrupalı olmadığını
söylerek. [9]
Yunan anakarasında, tarih dönemlerinde bilinen ilk uygarlık olan Miken
medeniyetine Hint-Avrupalı değildir demek, en başta bizim ve konuyla alakalı
insanların zekasına hakarettir. Mikenler, sonradan kuzeyden gelerek bölgeyi
istila eden Dorlarla birlikte bizim tarih dönemlerinden bildiğimiz modern
Yunanistan’ın etnik ve kültürel sahipleridir. Liner B ismi verilen bir yazı
kullanmışlar ve Giritteki Minos uygarlığının kullandığı Linear-A yazısının
aksine okunmuştur. Okunan metinler içinde hiç de Türk kültürü ya da Bozkır
hayatıyla alakalı bir şey yoktur. Ama tabii yazar için böyle şeyleri, delilsiz,
belgesiz ortaya atmakta bir sakınca yoktur. Sanırım “öyledir” hükmü
verildiğinde, herkesin inanacağı gibi bir düşünce var. Geçelim…
[1] Sf. 85.
[2] Konuyla
alakalı olarak, sayın Prof. Dr. Abdulvahap Kara’nın çalışmalarına
bakılabilir.
[3]
Turçaninov, Kafkasya’da Bulunan Antik Eserlerin Keşfi ve Yazılarının
Çözümlenmesi, S. 86.
[4] Zehtabi,
İran Türklerinin Eski Tarihi,
[6] Sanırız
burada kast edilen Han Çinlileri.
[7] Sf. 106.
[8] Sf. 106.
[9] Sf. 106.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder