Geçenlerde, kitapçıları gezerken bir kitap
dikkatimi çekti: “İran ile Turan”. Doç. Dr. Osman Karatay imzasını taşıyan ve
Ötüken yayınlarından Genişletilmiş 2. baskı olarak yayınlanan bu kitap, gerek
adı, gerekse içerdiği konular açısından ilgimi çekti. Yaklaşık 1 aydır, geceli
gündüzlü okuyup satır satır incelediğim bu kitapta yazılanları sizlerle de
paylaşmak istedim.
8 ana bölümden oluşan kitap, iki önsöz (1.
ve 2. Baskılara ait), kaynakça ve dizin kısımları dışında toplam 263 sayfalık
bir çalışma. “İran ile Turan” ismine bakarak, tarihi Turan-İran mücadeleleriyle
ilgili yeni ve bilinmeyen olayları anlattığı kanısı uyandıran kitapta bu
mücadeleye sadece 8. bölümde değinilmektedir. Kitabın kalanındaysa bazı dil
verilerine dayanarak Türklerin anayurdu meselesine değinilmektedir.
Mezopotamya, İndus ve Çin medeniyetlerinden
bahseden yazar [1]
şu garip tesbiti yapar: “İlginç olan, yine bir süre ırmak boylarının takip
edilmesidir. Kızılırmak boyundaki Hititleri Sakarya havzasındaki Frigler,
onları da Gediz-Menderes havzasındaki Lidler[2] takip etmiştir.”[3] Su kıyıları bütün
toplumlarda çok önem taşımaktadır. Yukarıda adı geçen Hitit, Frig ve Lidya
toplumları da tarımla uğraşan toplumlardır ve su onlar için önemlidir. Ayrıca
Lidya ülkesinde bulunan Gediz nehrinden altın tozu çıkartıldı da bütün
kaynaklarca belirtilmektedir. Hâl böyleyken, asıl ilginç olan, bunu “ilginç”
bulmaktır.
Yazar 7. numaralı dipnot’ta[4] Herodot’un Etrüsklerle
ilgili olarak onların Lidya ülkesinden göçtükleri yolundaki sözlerin doğru olma
ihtimalinin olduğunu, yeni gelenlerin eski kültürü devam ettirmiş
olabileceklerini belirtir ki, bu da düzeltilmesi gerekli bir tesbittir.
Lidyalıların, sonraki dönem Roma kuruluş efsanelerinde de Troia Savaşından
kurtulan Aineas’ın bölgeye yerleşmiş olabilecekleri zaten bilinmektedir. Ancak
Etrüsk adı altında anılan halkın, yalnızca bu kökten, daha doğru bir tabirle
tek bir kökten, geldiğini düşünemeyiz. Etrüsk dönemine tarihlenen pek çok
arkeolojik malzeme vardır. Bunlarda da, çok değişik kültürlerin izleri
görülmektedir.[5]
Ayrıca, gerek İtalya yarımadasında, gerek Korsika ve Sardinya adalarında
bulunan en eski kültür merkezlerinden elimizde kalan arkeolojik materyaller,
bölgedeki erken dönem kültürlerinin Doğu Avrupa’daki kültür merkezleriyle
bağlantılı olduğunu göstermektedir. Anlaşılmaktadır ki, Etrüsk kültürü, D.
Avrupa’dan gelen bu halklarla birlikte arkadan gelen Fenikeliler ve Helen
Kültür çevresi göçmenlerinin bir karışımı niteliğindedir. [6]
“İran’ın Kısa Tarihi” adını taşıyan ikinci
bölüm [7] günümüz uluslar arası siyasetine çok fazla
girmektedir. Bu bölümde de bazı şeyler göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi:
“İdil Nehri Ortadoğu’ya gelemeyen Turanlıları veya Doğuluları[8] Avrupa’ya veya Batı’ya
götürüyordu” sözü. Takdir edilir ki, kabaca Kuzey-Güney doğrultusunda akan ve
genişliği kimi yerde 250 mt’ye yaklaşan İdil (daha doğru bir Türkçeyle İtil) nehri
doğu-batı istikametinde bozkır’ı geçmeye çalışan boyları batıya götürmekten ziyade
onlar için önemli bir engel oluşturmaktadır.
Kitabın 38. sayfasındaki dipnottaki
bilgilerin bir kısmı da düzeltilmeye muhtaçtır.[9] Yazarın iddialarının
aksine, tarihin hiçbir döneminde yerleşik bir topluluğun göçebeliğe ya da Türk
tarihçiliğinin çok isabetli şekilde kullandığı konar-göçer hayata geçtiği
görülmemiştir. Bunda yerleşik hayatın kolaylığı, savunmaya elverişliliği
yanında çevre faktörünün de büyük etkisi vardır. Hiçbir yerleşik toplum,
yerleşimin nimetlerini tepip konar-göçer hayata geçmez ve geçmemiştir. Aksine,
göçebe ya da konar-göçer hayat süren bütün toplumlar, özellikle 20. yy’da
neredeyse tamamen yerleşik hayata geçmişlerdir. Yine aynı dipnotta yerleşik
hayatın konar göçerlikten (ya da yazarın tabiriyle göçebelikten) önce
başladığı, ilk insan toplulukların yerleşik olduğu sözü de tamamen yanlıştır.
Bilim adamlarının üzerinde hem fikir
olduğu, ilk tarımın başladığı “Neolitik Devrim” M.Ö. yaklaşık 10. bin civarına
tarihlendirilmektedir. İlk tarım toplulukları ortaya çıkmadan evvel insanlar, avcı-toplayıcı
olarak yaşıyorlardı. Bu yüzden mevsim dönüşümleri ve hayvan göçleri takip
ederek sürekli hareket halinde olmaları gerekliydi. Yani yazarın iddia ettiği
gibi, ilk insan toplulukları yerleşik değil tamamen “göçebe” idiler.
Aynı şekilde hemen aşağıda birbirine
tamamen ters iki açıklama yer almaktadır: “Bu yolun tek yönlü oluşu, sadece
Doğu’dan Batı’ya işlemesi jeopolitik anayasasının (son üç bin yıllık) tarih
boyunca hiçbir şekilde değişmeyen maddelerinden biri idi.”[10] dedikten hemen sonra,
aynı cümlenin dipnotunda şu ifadeler yer almaktadır: “Daha önce batıdan
Altaylara göç eden (Kök) Türk budun da bu yolu kullanmıştı”[11]. Şimdi burada sormak
gerekiyor: Hani bu yol, sadece Doğu’dan Batı’ya işliyordu ve bu “jeopolitik anayasasının (son üç bin yıllık)
tarih boyunca hiçbir şekilde değişmeyen maddelerinden biri idi”? Görülüyor ki
yazarın iki teorisinden birisi, yani ya (Kök) Türklerin batı kökenli oluşu ya
da bahsi geçen yolun sadece doğu-batı istikametinde işlemesi görüşlerinden
birinin doğru olmadığı, bizzat yazarın kendisi tarafından ifade edilmektedir.
Yazarın düşünce sistemini göstermesi
açısından önemli cümlelerden bir tanesi de şudur: “..iyi bildiğimiz dönemdeki
tek Turanlı duhûlü olan Moğol istilâsının sonuçları ortadadır. İslâm
Medeniyetinin toptan çöküşüne yol açmıştır”. Bu da tamamiyle bir bilgi
eksikliğidir. Bilinmesi gereken
öncelikli husus, Moğol sözünün siyasi bir terim olduğu[12] ve adı geçen
dönemdeki “istila” hareketinin Anadolu ve Azerbaycan’daki Türk nüfusunu
çoğaltarak, çoğu Arap-Fars kültürüyle beslenmeye başlayıp kısmen asimile olan
Selçukluyla bölgeye gelen Türk topluluklarını Türklük açısından beslemişlerdir.
Ayrıca İslam kültürünü yıkmaları diye bir durum da söz konusu değildir. Dönemin
İslâm yazarlarının oldukça abartılı rakamları bir tarafa, bu istila döneminde
öldürülen insan sayısı bile çok ufaktır. Dönemin İslâm medeniyeti merkezleri,
önceden olduğu gibi, Cengiz oğulları döneminde de güçlerini korumuşlardır. Ayrıca 200 yıldır yarattıkları terör
hareketleriyle bütün İslâm dünyasını dehşete düşüren, büyük sultanlardan din
adamlarına pek çok ismi suikast sonucu öldüren Batınî Haşhaşîlerin yerleştiği
Alamut kalesini alıp Haşhaşileri ortadan kaldırarak, İslâm dünyasına en büyük
hizmetlerden birisini yapmışlardır.
“ (İran) .. Kendi dinlerini kendisi üretir
ve ihraç etmeye çalışır. Başta Maniheylik olarak İran kaynaklı inançlar
Bosna’dan Moğolistan’a kadar etkili olmuştur.[13] Bugünkü İran’ın resmi siyaseti olan Şiilik ve
devrim ihracı adı altında onun yayılmaya çalışması, acaba bu üç bin yıllık
alışkanlığın izdüşümlerini mi taşıyor?”[14] Yazarın burada
verdiği örnek de, baştaki kısma uymamaktadır. Zira Şiilik, İran kökenli değil,
bugünkü Irak’ın güney bölgeleri, tarihi adıyla Irak-ı Arap bölgesi ve Bahreyn
kökenlidir. 16. yy’da, Türk Safevi hanedanından Şah İsmail’in önce Güney
Azerbaycan’a[15],
ardından bugünkü İran coğrafyasına hakim olmasıyla birlikte Şiilik de bu
coğrafya’da tutunmuştur. Bu tarihten önce, bugünkü İran coğrafyasındaki tek Şii
hanedansa 10. ve 11. asırda bütün bölgeye ve Bağdat’taki halifeliğe egemen olan
Büveyhoğullarıdır. Selçukluların bölgeye hâkim olmalarıyla birlikte, onlar da
ortadan kalkmışlardır.
DEVAMI YARIN
YARIN: 3. Bölüm: Turan’ın Kısa Tarihi
4. Bölüm: Türklüğün Asıl Yurdu
Neresi Değildir?
[1] S. 23-24.
[2] Burada Lidler’den kasıt,
Lidya Ülkesi halkıdır.
[3] S. 25.
[4] S. 26.
[5] Geniş bilgi için bkz: Elif
Tül Tulunay, Etrüsk Sanatı.
[6] Bu konuyla ilgili
Sardinyalı arkeolog P. Montalbano’nun yayınlarına bakılabilir.
[7] S. 37.
[8] Buradaki “doğulu”
tabirinden ne kast edildiği tam olarak anlaşılamıyor. Bir ihtimal, yazar
Moğolları kastediyor.
[9] Dipnot: 21.
[10] S. 38-39.
[11] S. 39. Dipnot: 22.
[12] Moğol sözü yerine Cengiz
oğulları sözü daha uygun düşmektedir.
[13] Bu cümledeki anlam
bozukluğu yazarın kendisine aittir.
[14] S. 40.
1 yorum:
Adil Beğ, emeklerinize sağlık.Blogunuzda izleyici bölümü de eklerseniz takip etmemiz daha kolaylaşır sizi...:)
Selam ve sevgiler.
Emel Ablanız.
Yorum Gönder