Yazan: Mehmet Levent KAYA
Yakın zamanda bu pseudo-linguist (düzmece dilbilimcilerimize) bir de “ilkyardım” grubu katıldı. Kendilerine, sanki Türkçe ölmüş de diriltmek gerekiyormuş gibi “Türkçe’nin Dirilişi Hareketi” adını vermişler. Bu hareket iki kişi tarafından kurulmuş. Bunlardan yaşı daha büyük görünen Yalçın Mıhçı’nın kendi sayfasında besteci, yorumcu, sinema sanatçısı, yazar olduğu yazıyor. Bu son “yazar” adı büyük olasılıkla kendi sayfalarının adıyla çıkardıkları kitaptan kaynaklanıyor. Atatürk’e olan benzerliğiyle Türk dilini “diriltmeye” talip olduğunu anlıyorum.
Genç olanın bir sitesi var. Adı Suat Özer. Orada şu bilgiler bulunuyor.
1970 Elazığ doğumludur. Hacettepe Bilimyurdu (üniversitesi) İngilizce Öğretmenliği yetkini (mezunu) olup on binlerce pırıl pırıl öğrenci yetiştirerek yurdumuza armağan etmiştir. "Öğrencilerimin her biri benim yazdığım en değerli yapıttır. Onlar benim geleceğe yazdığım, zamanı gelince açılıp okunacak mektuplarımdır" diyerek onlara olan inancını ve güvenini her zaman dile getirmektedir.
Dilbilimi ve kıyaslamalı kökenbilimi çalışmalarına büyük ilgi duymaktadır. Türkçemizin ve tarihimizin yeterince derinlemesine incelenmemiş olduğunu, bu yönde yapılacak çalışmalarla "dünya ve diller tarihini" değiştirebilecek bulgulara ulaşılabileceğini düşünmektedir. Kendisinden ve köklerinden utanç değil övünç duyan insanlara gereksinimimiz olduğunu ve bütün bilim alanlarında bu bakış açısı ve bu özgüvenle değerli bireyler yetiştirerek çok büyük ulusal başarılara imza atabileceğimize yürekten inanmaktadır.
Aslında bu tanıtım yazısında da irdeleyeceğim ayrıntılar olmakla birlikte, önce bu ikilinin ortak “hareket” sayfalarından bir-iki örneği ele almak istiyorum.
“Fransızlar İngilizce bilse bile ne sorsanız Fransızca yanıtlarlar. Almanlar İngilizce bilse bile ne sorsanız Almanca yanıtlarlar. Türkler İngilizce BİLMESE bile ne sorsanız İngilizce yanıtlarlar. J” demişler.
Dünyanın çok yerini gezdim; çok sayıda Avrupalı arkadaşım oldu. Özellikle Moğolistan’da karşılaştıklarımın çoğu iyi düzeyde Moğolca biliyor olsalar bile İngilizce konuşmayı tercih ediyorlardı. Dört yıl Almanca okudum; karşılaştığım Almanlar hep İngilizce konuştuğu için onca zaman harcadığım Almancayı unuttum.
Bu ikilinin kendi sayfalarında verdikleri bazı örnekler var. Bu örneklerde günümüzde kullanılan bazı sözler yerine “Türkçelerini” öneriyorlar.
Kütüphane > betikevi
“Betik” ne demek yahu? Klasik Türkçe “biti-” eyleminden türeyen ve yazılı hemen her nesne için kullanılan “bitiğ” diye bir söz var, o olabilir mi?
Üniversite > bilimyurdu
Aşağıda daha ayrıntılı işleyeceğim üzere, her dilin kendi içinde geleneği vardır. Dolayısıyla bir bili arılaştırmak, yabancı dillerdeki sözleri olabildiğince o dile çevirmekle olmaz. Türkçede okul adları, dilin geleneğine göre şöyle olmalı:
“bağa okul” Klasik Türkçede “bedük x kiçiğ” karşıtlığı gibi “uluğ x bağa” karşıtlığı vardır. Günümüzde “ilkokul” dediğimiz şeyin adı aslında bu olmalı. Çünkü “ilkokul” başka bir anlam da çağrıştırıyor.
“orta okul” zaten günümüzde de aynı.
“eçilik okul” yaşın biraz daha büyümesiyle ilişkili. Klasik Türkçe “eçi=ağabey”.
“üzre okul” günümüzde yaygınlaşan iki ya da dört yıllık yüksek okullara karşılık.
“ulu(ğ) okul” üniversite. Zaten o “bilimyurdu” saçmalığı bu sözün Latince adı olan üniversite sözünü bile karşılamıyor. Ama arkadaş “İngilizce” mezunu, bu tür ayrıntıları bilmesine gerek yok.
Pause > duraklat
Bu sözün asıl karşılığı “toktat”,
Play > oynat
Bunun karşılığı da “yürüt” olmalı.
Stop > durdur
Neyse bunu doğru bilebilmişler.
Bu hareketin şöyle bir yazısı dikkatimi çekti. Her ayrıntıya dalmayacağım.
“KIPÇAKLAR/KUMANLAR
Türk kaynaklarında, İslami kaynaklarda, Çin ve Moğol kaynaklarında Kıpçak adıyla bilinen topluluğa; Bizanslılar, çok az da olsa Ruslar ve Latinler de Kuman demiştir. Macarlar aynı topluluğa Kun, Ruslar çoğunlukla Polovets, Almanlar Palladi ve Valwen, Ermeniler ise Xarteşkn demişlerdir. Kıpçak ve Kuman sözcükleri ise en çok kullanılanlardır. Bu iki sözcüğün de anlamı, "kumral/sarışın" demektir. Rusça Polovets sözcüğü aynı zamanda "gök gözlü" anlamına gelir. Kıpçak/Kuman Türkleri, bazı Türk toplulukları gibi kumral/sarışın ve kimi kez de renkli gözlü idi. "Beyaz Türkler" de denmektedir. Çoğu kez Batı Kıpçaklarına Kumanlar denmiştir.
Yayıldıkları Bölgeler
11. yy'da bugünkü Macaristan'dan Moğolistan'a dek uzanan geniş topraklarda yaşadılar. Bunlar, Kuzey Türkleridir ve Batı Göktürklerin bir koludur. Birçok yere yayılmış olmalarına karşın, çoğunlukla Karadeniz'in Kuzeyinde ve Kafkaslarda etkili olmuşlardır. Bugün Tatar Türkleri, Kırım'da ve Kaflkaslarda yaşayan Türk topluluklarının çoğu Kıpçaklardan gelmektedir. Tarihte Selahaddin Eyyubi'nin yönettiği Memlükler (Kölemenler) diye bilinen topluluk da Kıpçak Türklerinin bir koludur.
Doğu Avrupa'da: Bunun dışında Doğu Avrupa'da çeşitli hanlıklar ve beylikler kurmuşlardır. Örneğin; bugünkü Moldova'nın eski adı olan Beserabya, bu bölgede bir tudunluk kurmuş olan Kuman tigini Tokdemir’in oğlu Basaraba'dan gelmektedir. Yine bugün Bulgaristan ve Romanya’nın Karadeniz kıyılarını oluşturan bölge olan Dobruca'ya adını veren de bir Kuman komutanı olan Dobriç'tir. Makodonya'nın Kuzeyinde Kumanova adlı bir kent vardır.
Küçük Asya'da (Anadolu'da): Diğer yandan bir Oğuzlardan olan Peçeneklerle savaşmışlar ve onları sürerken batıya da akın yapmışlardır. Bu sırada bazıları Hıristiyanlaşmış ve Bizans ordusunda paralı askerlik yapmaya başlamıştır. Malazgirt Savaşı sırasında da Bizans ordusunda görev alanların bir bölümü bunlardan oluşmaktadır. Daha sonra Peçenekler ve Uzlar gibi onlar da Anadolu'ya yerleşmiş ve Müslümanlaşmışlardır. Karamanoğulları Kuman, Salur ve Avşar Türklerinden gelmekteydi. Ayrıca Oğuz boyu olan Çepnilerle ve Saltuklarla yakın ilişkiler kurmuşlardır. Bugün Doğu Karadeniz'de Laz diye bilinmekte ve Çepni Türkleri ile karışarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Kıpçak beylerinden birinin adı olan Kemenche, bugün Kırım'da birçok yere adını vermiştir. Bugün kemençe çalgısı da bu beyin adıyla anılmaktadır. Kırım'da Horo adlı bir oyun bizdeki Horon gibi kemençe çalınarak oynanmaktadır. Bunun dışında, Avrupa'dan gelen Kumanların bir bölümü, Çanakkale ve Balıkesir dolaylarına yerleşmişlerdir.
Dilleri
Bugünkü Kıpçak öbeği Türkçelerin kökü eskiden yaşamış olan Kıpçak Türklerine dayanmaktadır. Bu öbekte; Karaim Türkçesi, Kumuk Türkçesi, Karaçay-Balkar Türkçesi, Kırım Tatar Türkçesi, Tatar Türkçesi, Başkurt Türkçesi, Nogay Türkçesi, Karakalpak Türkçesi, Kazak Türkçesi ve Kırgız Türkçesi yer almaktadır. Toplam Türkçe konuşanların %14,46'sı bu öbekte yer almaktadır.
Kıpçak Boyları
1. Toksoba (Dokuzoba) 2. Jetioba (Yedioba) 3. Burdjogli (Burçoğlu) 4. Elbarli (Kurtbölgeli) 5. Kangarogli (Konguroğlu) 6. Uladjogli (Ulaşoğlu) 7. Durutlar (Dörtler-Dörtoba) 8. Kulabogli (Kulobaoğlu) 9. Jortan (Çortan) 10. Karabirkli (Karabörklü) 11. Kotan (Kutan)
Türkçenin Diriliş Hareketi”
Bu Türk toplumuna hangi Çin kaynağının “Kıpçak” dediğini, Kıpçak/Kuman sözlerinin ikisinin de “kumral/sarışın” anlamına geldiğini hangi kaynağın bildirdiğini merak ettim. Kendisi doğruca “Kıpçak” boyundan olan Kazak bir arkadaşım bu adın “iki bıçak” sözlerinden oluştuğunu anlatmıştı. İki bıçak sözlerinin kumral ya da sarışınla ne ilgisi var yahu?
Diğer bir yazıları da şöyle:
“TÜRKÇENİN ÇİFTLİK HAYVANLARI KONUSUNDAKİ VARSILLIĞI
Türkçede çiftlik hayvanlarının adları çeşitlidir. İngilizce ile karşılaştırdığımızda bu varsıllık (zenginlik) açık biçimde görülebilmektedir. İşte örnekler:
Türkçesi -> İngilizcesi -> Açıklaması
İnek -> Cow -> Dişi sığır Boğa -> Bull -> Erkek damızlık sığır Öküz -> Ox -> Erkek kısırlaştırılmış sığır Dana -> Calf -> Bir yaşına kadarki erkek sığır Tosun -> Calf -> Bir yaşından boğa olana kadarki erkek sığır Buzağı -> Calf -> Sığır yavrusu Düve -> Heifer -> Doğum yapmamış dişi sığır Sığır -> Buffalo -> Büyükbaş hayvan Manda -> Buffalo -> Su sığırı Camış -> Buffalo -> Su sığırı Kömüş -> Buffalo -> Su sığırı Dombay -> Buffalo -> Su sığırı
Keçi -> Goat -> Dişi davar çeşidi Teke -> Goat -> Erkek davar çeşidi Oğlak -> Goat -> Keçi yavrusu Davar -> Sheep -> Küçükbaş hayvan Koyun -> Sheep -> Dişi davar çeşidi Koç -> Ram -> Erkek davar çeşidi Kuzu -> Lamb -> Koyun yavrusu
Eşek -> Donkey -> Yük hayvanı çeşidi Merkep -> Donkey -> Yük hayvanı çeşidi Karakaçan -> Donkey -> Yük hayvanı çeşidi Uzunkulak -> Donkey -> Yük hayvanı çeşidi Sıpa -> Colt -> Eşek yavrusu Tay -> Colt -> At yavrusu At -> Horse -> Binek hayvan Aygır -> Horse -> Erkek damızlık binek Beygir -> Horse -> Erkek kısırlaştırılmış yük bineği Yılkı -> Horse/Jade -> Vahşi at Kısrak -> Mare -> Dişi binek Katır -> Mule -> Eşek ve at karışımı yük hayvanı
Ördek -> Duck -> Bir su kuşu Vakvak -> Duck -> Bir su kuşu Suna -> Duck -> Erkek ördek Paytak -> Duckling -> Ördek yavrusu Kaz -> Goose -> Bir su kuşu Horoz -> Rooster -> Erkek tavuk Tavuk -> Chicken -> Kümes hayvanı Piliç -> Chick -> Civciv ve tavuk arası dişi kümes hayvanı Civciv -> Chick -> Yavru tavuk veya horoz Hindi -> Turkey -> Kümes hayvanı İbi -> Turkey -> Kümes hayvanı”
Hayvan adlarıyla ilgili ayrıntılarına girmeden yalnızca başlıkla ilgili sorularım var: Türkçeyi arılaştırmaya meraklı arkadaşlar neden Arapça “hayvan” sözünü bırakmamışlar? Oradaki “varsıllık” dedikleri şey “baylık” olabilir mi?
Şimdi genç ortağın özgeçmişinde yazanları ayrıntılı olarak ele almak istiyorum.
1970 Elazığ doğumludur. Hacettepe Bilimyurdu (üniversitesi) İngilizce Öğretmenliği yetkini (mezunu) olup on binlerce pırıl pırıl öğrenci yetiştirerek yurdumuza armağan etmiştir. "Öğrencilerimin her biri benim yazdığım en değerli yapıttır. Onlar benim geleceğe yazdığım, zamanı gelince açılıp okunacak mektuplarımdır" diyerek onlara olan inancını ve güvenini her zaman dile getirmektedir.
Dilbilimi ve kıyaslamalı kökenbilimi çalışmalarına büyük ilgi duymaktadır. Türkçemizin ve tarihimizin yeterince derinlemesine incelenmemiş olduğunu, bu yönde yapılacak çalışmalarla "dünya ve diller tarihini" değiştirebilecek bulgulara ulaşılabileceğini düşünmektedir. Kendisinden ve köklerinden utanç değil övünç duyan insanlara gereksinimimiz olduğunu ve bütün bilim alanlarında bu bakış açısı ve bu özgüvenle değerli bireyler yetiştirerek çok büyük ulusal başarılara imza atabileceğimize yürekten inanmaktadır.
Her dilin geleneği vardır, dedik. “Üniversite” konusuna yukarıda değinmiştim. “Mezun” konusuna gelince, bu söz Arapça izin sözüyle aynı kökten. Olduğu gibi çevirince “yetkin” gibi bir anlam verilebilir. Ama Türk dili geleneğinde biz böyle söylemeyiz. Hatta cümleyi bile öyle kurmaz “İngilizce Öğretmenliğini bitirdi” deriz.
İkinci paragrafta yazanla ilgili olarak da, aynı grubun hazırladığı bir “gezegen adlarının Türkçeleri listesi” vardı. Burada örneğin “Neptün” gezegeni için “Dalayhan” gibi bir ad öneriyorlardı. Şimdi, çoğunuz biliyor olmalısınız, Neptün Roma dönemi inanç sisteminde Deniz Tanrısı olduğuna inanılan kavramın adı. Dolayısıyla bunu Türkçeleştirip “Dalayhan” yapmış. Peki, bunun Türk toplumu ve dilinin hangi geleneğiyle bağlantılı olduğunu bana söyler misiniz? Her dil kendi toplumunun evren algısını dışa vurur. Dolayısıyla örneğin bir araba motorunun şaftına bağlı bir sistemi İngilizce konuşan toplumlar şaftı bir tür sallayan bir kol gibi tanımlarken, İtalyanca konuşanlar piyano çalan bir el gibi görürler. Bu türlü kültürel algı farkları, her dilin kendi kavram adlandırması işlemine etkili olur. İşte bu yüzden İngilizce bilgisi ile Türkçenin söz baylığına katkı sağlanması verimli sonuç vermez. Eldeki Latince, Arapça ya da güncel İngilizce sözlerin doğruca ya da motamot çevirisini yapmak o kavramın adını “Türkçeleştirmez!”
Ülkemizde Türk dili ile ilgili çalışmalar, genelde Türk dilinin orta döneminin başlangıcı sayılacak Kaşgarlı’nın Divanından öncesine pek gitmez. Oysa Türkçe’nin daha derin kökleri ve o köklerle ilgili yazılı kaynakları var. Ülkemizde Türkçe’nin klasik dönemini kapsayan bu kültür varlıklarımızı çalışan az sayıda da olsa çok başarılı akademisyenlerimiz var. Bu yukarıda sözünü ettiğim gelenekleri bilmek için işte bu klasik dönemi bilmek, ya da en azından bilenlerden destek almak doğru bir davranış olabilirdi. Buna benzer bir konuda bu şen ortaklara iki kere mesaj gönderdim. Onlar ise en azından “tınmadılar” bile. Popülarite ya da “onların niyetleri iyi” başka bir şey, ama popülarite ile Türkçeye yeni önermeler getirerek onu geleneğinde koparacak açılımlarla içine etmek başka bir şey.
* * *
Aşağıda seçtiğim örnekte, “Türklük” konusunda çok duyarlı olan bu arkadaşın yazısında kaç doğru cümle olduğunu bilemiyorum. Doğrusu, ülkemizin eğitim düzeneğinde doğru olan hiçbir şey olmadığı için, hemen kimse noktalama imlerini doğru kullanmayı bilmiyor. Örnek olarak önce onun yazdığı yazı:
"En üzüldüğüm şey; Türk tipi nasıldır? deyince; kara kaşlı kara gözlü bir millettir, denmesi...Halbuki Türkiye Türkleri dünyanın en melez milleti..Siz Almanla Arap'ın evliliğinden doğana Alman tipi bu mudur, diyor sunuz? Türkleri'nin sarışın, renkli gözlü olanları kuzeyde yabancı milletlerle karıştı biz onları Türk zannetmiyoruz bile, dil, din değişti...Anadolu'ya göç eden kesimde göç yollarında esmer milletlerle evlene evlene ortaya karmaşık bir gen havuzu çıktı....Ya sarışın milletler bizden türedi ya da bizim sayemizde güzelleşti...Ukrayna bölgesinde Kıpçak, Rus beraber yaşıyordu...Ukrayna'nın dünyada güzellikte genellikle ön plana çıkmasının asıl nedeni bence bu... Türkler sarışındır, deyince; herkes sinirleniyor, aman Türkler sarışın olmasın..Başka bir millet sarışın olsun da Türkler olmasın.. Bunun nedeni, gerçekte Türklerin sarışın olmasının ortaya çıkmasının istenmemesi, şuan ki Türkiye'deki melez görüntümüzün gerçek görüntümüz olduğuna inandırılması....Türk erkekleri de psikolojik olarak Türklerin kara kaşlı kara gözlü olmasını kabul ediyor..Çünki bilinçaltında, en sevilen erkek esmer erkektir, en beğenilen kadın sarışındır. O zaman biz gerçek esmer Türk olalım, yabancı sarışınlarla evlenelim...bunu hem psikolojik olarak yapıyorlar, hem de bilgisizlikten....Türk erkekleri' ne(melez Türk erkeklerine) söylüyorum.....sen gerçek Türk tipinde değilsin....Türk tipi sarışın, mavi gözlü, uzun boylu ve yapılı erkektir..Türkiye'deki insanlar Türk soyundan gelme ama melezleşmiş, gerçek Türk tipinde olmayan insanlardır...Atatürk adımıza Türk demese, ortada Türk kalmayacaktı...Ayrıca Türk erkekleri de Türk kızları da melez olmalarından ötürü, görüntü olarak dünya ortalamasının altındalar...Açıklama belirtiyorum:Türk erkeği her ne kadar kendini Türk sansada, dünyanın en güzel sarışın Almanıyla da evlense çocuğu büyük ihtimalle çirkin olacak...Yani kendi esmer genlerinden ötürü, doğan kızının çirkin olmasına neden olacak.....Dolayısıyla suç büyük çoğunlukla kadınlarda değil erkeklerde...O yüzden Türk erkekleri, Türk kızı çirkindir, demesin..Çünki en güzel Almanla evlensen bile, senin o övündüğün kara kaşın, kızlarının çirkin doğmasına neden oluyor.. Bir gün büyük çoğunlukla seninde çirkin kızın olacak.. Bir dön de kendine bak....Kara kaşlılık erkek için iyi olabilir ama o erkeğin sayesinde doğan kızların çirkin doğmasına neden olur..."
Yazının içerdiği bilgi saçmalığı ve örneğin Asya’da kalmış Uygurların, Kazakların neden çoklukla esmer olduğu, bunca sarışın kompleksinin kökeninin ne olduğu sorularının cevabı bir yana, konuya yalnızca yazım kuralları açısından yaklaşınca, böyle bir yazının gerçekte şöyle olması gerekir [Köşeli parantez içinde yorum yapmaktan kendimi alamadım]:
"En üzüldüğüm şey, “Türk tipi nasıldır?” deyince “kara kaşlı kara gözlü bir millettir,” denmesi. Hâlbuki, Türkiye Türkleri dünyanın en melez milleti. Siz Almanla Arap'ın evliliğinden doğana “Alman tipi budur,” mu diyorsunuz? Türklerin sarışın, renkli gözlü olanları kuzeyde yabancı milletlerle karıştı. Biz onları Türk zannetmiyoruz bile [Öyle mi; neden?]. Dil, din değişti. Anadolu'ya göç eden kesimde, göç yollarında esmer milletlerle evlene evlene ortaya karmaşık bir gen havuzu çıktı. Ya sarışın milletler bizden türedi, ya da bizim sayemizde güzelleşti. Ukrayna bölgesinde Kıpçak, Rus beraber yaşıyordu. Ukrayna'nın dünyada güzellikte genellikle ön plana çıkmasının asıl nedeni bence bu. “Türkler sarışındır,” deyince herkes sinirleniyor, “aman Türkler sarışın olmasın!” Başka bir millet sarışın olsun da Türkler olmasın. Bunun nedeni, gerçekte Türklerin sarışın olmasının ortaya çıkmasının istenmemesi, şu anki Türkiye'deki melez görüntümüzün gerçek görüntümüz olduğuna inandırılması. Türk erkekleri de psikolojik olarak Türklerin kara kaşlı kara gözlü olmasını kabul ediyor. Çünkü bilinçaltında en sevilen erkek esmer erkektir, en beğenilen kadın sarışındır. O zaman biz gerçek esmer Türk olalım, yabancı sarışınlarla evlenelim. Bunu hem psikolojik olarak yapıyorlar, hem de bilgisizlikten. Türk erkeklerine (melez Türk erkeklerine) söylüyorum. Sen gerçek Türk tipinde değilsin. Türk tipi sarışın, mavi gözlü, uzun boylu ve yapılı erkektir [Son üç cümledeki komplekse bak]. Türkiye'deki insanlar Türk soyundan gelme ama melezleşmiş, gerçek Türk tipinde olmayan insanlardır. Atatürk adımıza Türk demese, ortada Türk kalmayacaktı [Tipten kaybettik ama en azından addan kurtardık]. Ayrıca Türk erkekleri de Türk kızları da melez olmalarından ötürü, görüntü olarak dünya ortalamasının altındalar. Açıklama belirtiyorum: Türk erkeği her ne kadar kendini Türk sansa da, dünyanın en güzel sarışın Almanıyla evlense de çocuğu büyük ihtimalle çirkin olacak [Bu “kara/esmer çirkindir” size de sömürgeci dönemi hatırlatmadı mı?]. Yani kendi esmer genlerinden ötürü, doğan kızının çirkin olmasına neden olacak. Dolayısıyla suç büyük çoğunlukla kadınlarda değil erkeklerde. O yüzden Türk erkekleri, “Türk kızı çirkindir,” demesin. Çünkü en güzel Almanla evlensen bile, senin o övündüğün kara kaşın, kızlarının çirkin doğmasına neden oluyor. Bir gün büyük çoğunlukla senin de çirkin kızın olacak [Sizce de tedaviye ihtiyacı yok mu?]. Bir dön de kendine bak. Kara kaşlılık erkek için iyi olabilir ama o erkeğin sayesinde doğan kızların çirkin doğmasına neden olur."
Aklıma bir olay geldi: Atsız'la Reha Oğuz Türkkan arasındaki tartışma döneminde (1942-43) Türkkan “Hesap Veriyoruz” başlıklı bir broşür yayınlar. Buna karşılık Atsız “Hesap Böyle Verilir” diye bir karşı broşür yayınlar. Orada der ki: Reha Türk ırkını anlatıyor. (1. 70 boy, ela göz, atletik vücut, güzel çehre vb.). Fotoğrafını yayınlayıp "Şu özelliklerin hangisi Reha'da mevcut?” der.