25 Şubat 2017 Cumartesi

BİR MÜZİK ÖĞRETMENİNDEN TARİH ÖĞRENMEK(!)

Son 10 yıldır ortalıkta dolaşan bir hanımefendi var. Kendisi müzik öğretmeni. Aynı zamanda sosyalist. Sanırım gençliğinde, 12 Mart döneminde hapse girip çıkmışlığı da var. Her neyse,  sizi temin ederim ki ideolojilerine göre insanları yargılama dönemini çoktan geçtiğim için bu hususta benim açımdan bir sorun yok. İsteyen istediği ideolojiye inanmakta özgürdür. (Yaa işte böyle de demokrat adamım!)

Konumuza geri dönecek olursak; yukarıda bahsetmeye çalıştığım hanımefendi özellikle son 10 yıldır internette çok aktif. Yazdığı "şeyler"in alıcısı da çok. Bu da diğer örneklerda gördüğümüz gibi her şeyin uzmanı. Cumhuriyet Tarihinden askerliğe, Türk tarihinden dile, mimariye, siyasete kadar her alanda "şeyler" yayınlıyor. Bu "şeyler"in en önemli yayıcılarından birisi de meşhuuuuuur "ulusalcımız" ve dahi Moskova'nın fahri büyükelçisi Banu Avar hanımefendi. Kendisi başka bir yazımızın konusu olacağından daha fazla irdelemeyelim. Hasbelkader blogu takip edenlere de sürpriz olsun. 

Neyse efendim bu müzik öğretmenimizin uydurmalarına seçtiği alan Eskiçağ Tarihi, özellikle M.Ö.-M.S. 1. yy'lar. Tabii söylememe gerek yok: hanımefendiye göre o dönem Anadolu'da yaşayan Pontuslular vb halkların tamamı Türk! O, bu halkların Türk olduklarını aklı sıra ispatlamak(!) için kendine has bir yöntem bulmuş. İsimler. İsimler üzerine ufak dokunuşlarla onların Türk olduklarını ölmez delillerle ispat ettiğini zannediyor. Mesela Pontus Kralı Mithridathe "Pan soylu Büyük Kral Bedri" oluyor ve hanımefendi onun Türklüğünü ispat etmiş oluyor, yerseniz. Şimdiye kadar bir Allahın kulu da çıkıp "yahu Bedri Arapça Bedr'den gelmiyor mu? Arapça Bedr de mi Türkçe?" diye sormamış. Aman, sakın siz de sormayın. Sonra adınız "Anadolu halkını sömüren Galata'da yaşayan Venedikli tefeci bankerler"den para alıyor'a çıkar. Evet, evet. Bu acayip sözler yığını da aynı kişiye ait.  Taaa Büyük İskender döneminde Galata'da yaşayan Venedikli tefeci bankerler, Büyük İskender, Romalılar falan hep bu tefecilerin kışkırtmasıyla Anadolu Türk halkının üstüne saldırmış. Bu arada yazmayı unuttum, ona göre Med ve Pers Krallıkları, bu minvalde Büyük Kyros da Türkmüş. "Hadi oradan" demeyin. İnternette yazın, karşınıza en az 4-5 ayrı siteden bu saçmalıklar çıkacaktır. Evet, hanımefendinin yazdığı bu saçmalıklar en az 4-5 ayrı internet sitesinde yayınlanıyor. Bunların bazıları da pek ulusalcı(!), pek cumhuriyetçi, çoook Atatürkçü, sorsan "bilimin ışığında ilerliyoruz. Ne demiş Atatürk: Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!" diyen siteler. Ahhh neyse, bu da bir başka yazı konusu. Hanımefendinin başka bir mahareti de müze envanterlerine istediğini zaman girip araştırma yapabiliyor olması. Misal Gaziantep Müzesi envanterinde bulunan bir sikke, okuyabilmesi için bu hanıma gösterilmiş. ( http://www.news2023.com/haber/11086-basoguzlu-tarkan-bey-bazileus-tarkon ) Bu çok büyük bir rezalettir. Kadın bunu neye göre okumuş, el cevap: hayal gücüne göre. Linkten de görebileceğiniz üzere Basileus olmuş Başoğuzlu (başka bir yerde Bozuluslu). Bu kadına müze seksiyonunun, taa 2009'da açılmasına çok şey söylerdim de neyse. Bazen cümleyi bir noktada kesmek, sayfalar dolusu sövmekten daha anlamlı oluyor.  Bu hanımefendinin kendi internet sitesi ve youtube kanalı da var.  Buraya kadarki örneklerden de görüldüğü gibi parlak, çok parlak, en parlak, pas parlak bir zekâ(!) ile karşı karşıyayız. Ona göre. 

Bu yazıyı yazmama asıl sebep olan şeye gelecek olursak, bu kadın son iki aydır bir tv kanalına sıkça çıkıyor ve yukarıda yazdığım minvalde şeyleri tekrarlıyor. Karşısındaki program yapımcısı da ciddi ciddi kafa sallayıp her söylediğine "hımmmm, yaaaa" şeklinde ünlemlerle şaşırıyor. Şaşıran şaşırsın, beni alakadar etmez. Lakin bu tv kanalı milliyetçi camiaya yönelik yayın yapıyorum derse o zaman iki çift söz daha yazma hakkım olur.  Laf söylemeden önce bir alıntı yapalım: 

"Enteresan biçimde Kürtleri ayaklanmaları için provokatif dönüm noktaları yaşatmışlar bize. Hatta Türkçü yazar diye bilinen Nihal Atsız’ın 1968’de, “Kürtler defolsun” dediği, ona karşılık Doğu bölgemizde ilk Kürtçü örgütün kurulduğu konuşuluyor."  http://www.gazetevice.net/news/7880.html Mahiye Morgül, "Rizeli Şehidimiz Metin Çetin'in Anısına Saygıyla", 24 Şubat 2012.

Ha, şimdi diyeceklerdir ki, "biz bu konukla ideolojik bir program yapmıyoruz. Bilimsel bir program, falan, filan..." Bilimsel program bilim adamlarıyla yapılır. emekli müzik öğretmenleriyle notalar, perdeler, makamlar, klasik müzik falan konuşabilirsiniz ancak. Türk Tarihi değil!  

Ben tv programcısı değilim. Ama program yapıyor olsam iki şeye bakarım: 

1. Konuk o konunun uzmanı mı?
2. Bu tarz "ideolojik" kanalda o konuğun kanalın olduğunu iddia ettiği ideolojisiyle bir zıtlaşması var mı?

Maşallah bu kanalın programcıları ve yapımcıları bu ikisine de bakmıyor, bir taraftan kendi ideolojilerinin fikir babasına laf eden emekli bir müzik öğretmenini kanallarına çıkarıp saatlerce konuşturmakta beis görmüyor, onu "Mahiye Morgül Hoca ile Semboller ile Türk tarihi" şeklinde hoca sıfatıyla tanıtıp reklamını yapmaktan da geri kalmıyorlar. 

Bu ve benzeri yazılarının sonuç kısmı, ancak bu türden saçmalıklar bittiği zaman olacak. Yani biraz daha zaman var. 

TTK


21 Şubat 2017 Salı

TÜRK TARİHÇİLİĞİNİN İŞİDÇİLERİ: PSEUDO-HİSTORİANLAR!

Atsız Orhun Dergisinin 5. sayısında yayınlanan 21 Mart 1934 tarihli muhteşem makalesi "Alaylı Âlimler"e şu cümlelerle başlar: ""Son yıllarda, bilhassa hükümetin millî kültür meselelerine fazla ehemmiyet vermesinden sonra, memleketimizde bir sürü alaylı âlim türedi. Edebiyat, dil ve tarih sahasında ilmî olmak iddiasıyla birçok şeyler yazıldı. Buda’nın Türk olduğu, Arapçının Türkçe’den çıktığı, Türklerin aryanî ve divan edebiyatının gayrı ahlâkî olduğu ispat olundu (!). Dil ve tarih o kadar müptezel oldu ki iştikakçılıkta, palavra atmakta kabiliyetli ne kadar insan varsa hepsi âlim kesildi."

Aradan 83 yıl geçtikten sonra içinde bulunduğumuz durumu, hele ki itibar kürkünü giyip el üstünde tutulan pseudo-historianları görünce aklıma hep bu makale gelir, acı acı gülerim. 

Mesela tarih kitabı olduğunu iddia ettiği bir "şey"i parasıyla yayınlatan lise mezunu bir hanımefendinin "Türk kadını gerekirse sırtında mermi cepheye cephane taşır; gerekirse tarih kitabı yazıp milletini aydınlatır" demesi ve kendisine karşı çıkan bir arkeoloğu (Allah Allah. Acaba kim ola bu arkeolog?) "batı tarzı eğitimle yetiştirilmiş batının etki ajanı" olarak suçlaması(!) geliyor. 

Mesela, bir Hindicilik ve Tavukçuluk Uzmanı'nın Neolitikten Günümüze Türk Tarihi yazması ve adını da "Başyapıt" koyması geliyor. 

Mesela bir resim öğretmeninin facebook'ta "10. yy Suriye Selçuklularına ait buluntu" diye paylaşım yapması, tv'ye çıkıp (Moğolistandaki Göktürk yazıtlarını kast ederek) "6.-7. yylar'a ait" demesi ya da Uygur harflerini Arap harfleri zannetmesi, kendisini uyaran bir takipçisine "aaaa Uygurca mı?" tepkisini vermesi geliyor.

Mesela bir müzik öğretmeninin Helenistik Dönemde Anadolu coğrafyasında yaşayan halkları "Türk" zannetmesine, Pontus Kralı Mithridates'i, Arapça Bedri adı sanki Türkçeymiş gibi, "Pontus Kralı Büyük Bedri"olarak adlandırmasına, yazıp çizmesine gülüyorum. Bunlar yetmezmiş gibi bu kadının yazdığı "şeylerin" 3-4 internet sitesinde yayınlanmasına ve televizyonlara çıkartılıp ciddi ciddi konuşturulması geliyor.

100 yaşına gelmiş bir elektrik mühendisinin "harf be harf" zırvalamalarını Tanrı sözü gibi kabul edip dünyanın bütün dillerinin Türkçeden çıktığını desteksiz şekilde sallayan Güneş-Dil "şeysi"ne inananların bulunmasına, içlerinden bir "çevirmen"in "buna inanmadığı için Atsız Türk de Türkçü de sayılmaz" diye boyunu aşan hadsiz bir dil kullanması geliyor.

Bir seksoloğun, bir emekli diyanetçinin, bir inşaat yüksek mühendisinin, bir baytarın, bir piyanistin Türk tarihi ve arkeolojisi üzerine ahkam kesmeleri geliyor. Gülüyorum ama bu gülüş sadece sinirden ve üzüntüden. Zira bahsi geçen ve tarihten, dilden ya da arkeolojiden gram haberleri olmayan bu türden insanların yaptıklarının Türk tarihini bozmaya dönük organize bir hareket olduğunu görüyor, bulduğum her fırsatta da dile getiriyorum. Lakin bizim millet gündelik siyasetin koridorlarında o kadar kendinden geçmiş durumdaki, çoğunluk bu büyük tehlikeyi görmüyor, anlamıyor.  Yani bu Pseudo-Historianların yaptığının, Suriye ve Irak'ta onlarca arkeolojik alanı, yüzlerce tarihi yapıyı yok eden İşid Terör Örgütünün yaptığının bir farkı yok. İkisi de tarihi vok edip toplumsal hafızayı yok ettirmek için çalışıyorlar. 

Herşey geçer, siyasi çekişmeler biter, savaşlar sona erer, ekonomi düzelir, ancak Pseudo-Historian dediğimiz bu uydurmacı taifenin yaydığı sahte tarihin insanların beyninde oluşturduğu hasar nasıl giderilir? Bizim buna da kafa yormamız gerekir. Kimse "eğitim yoluyla" demesin. Bir kere pseudo-historian zehrini alıp da iflah olan bir dimağ görmedim henüz. Başka bir yol bulunmalı, bulunmakla kalmayıp uygulamaya geçirilmelidir.

Bu yazımı, Atsız'ın Alaylı Alimlerden Hasan Ali Yücel için yazdığı ve giriş kısmını yukarıda alıntıladığım şaheserinin son cümlesiyle bitirmek istiyorum:


"Hasan Ali Bey çizmeden yukarı çıkmayın. Ben içtimaiyat kitabı yazmaya kalkıyor muyum?"

19 Şubat 2017 Pazar

ATSIZA TERBİYESİZLİK EDEN KAMİL KARTAL ADINDAKİ ADAMCIĞA CEVAPTIR

Bu yazı Sn Buğra Atsız Beğ'in aynı başlıklı yazısından, kendi izniyle alınmıştır... 
Yazının tamamı için bkz: http://bugra-atsiz.blogspot.com.tr/2017/02/v-behaviorurldefaultvmlo.html

"...Ama bunları yazmamdaki asıl maksat bu adamcığın zavallılığını göstermek. Yukarıda da dediğim gibi ne olduğunu bilmediğim bir sebebden babama saldırmış. Yazdıkları şunlar: (Parantez içindekiler benim cevaplarımdır.)

1- Güneş Dil önerildiği dönem dünyayı ayağa kaldırmıştır. (Yalan. Ortada dünyayı ayağa filan kaldıran bir nesne yoktur. Bu hususta gösterebileceği ve bütün dünyanın bildiği bir kaynağı göstersin de görelim.)

2- Atatürke karşı her yönden, her yandan ölçüsüz tepkiler yağmıştır. (Doğru. Atatürkün etrafındaki yalakalar hâriç ciddî târihçilerden tepkiler gelmiştir. Târih kaynaklara dayanan ciddî bir ilimdir. Târih uydurulmaz. Dil de uydurulmaz, velev ki rûh hastası olasınız ve sağın solun dikkatini çekmek için kıvranasınız. Bunlar klinik vak’alardır ve günümüzde de mevcuttur.) 

3- Atsız, bunları birinci elden görmüş, tanıklık etmiş bir kimse olarak Türklük, Türkçülük yapmış olamaz. Bu mümkün değildir. (Pekiyi de Atsız Türklük ve Türkçülük –Türklük yapmak sanırım Güneş Dili, her ne demekse- yapmadıysa ne yapmıştır. Bir iddiâ ortaya atanların o iddiânın sebeblerini de açıklamaları gerekmez mi? Ama uydurmakta üstâd olma yolunda Polat Kaya Han –aşağı kurtarmıyor ha- dedikleri hastalanınca başı akan (!) bunağın peşinde gidince zâhir böyle oluyor.)

4- Atsız, Türklük, Türkçülük adı altında başka bir şey yapmıştır. (Ne gibi bir şey yapmış? Polat Kaya Han aşkına söyleyiver de meraktan kurtulalım.)

5- ATATÜRK'e ve GÜNEŞ DİL'e yapılan çeşit türlü hain saldırılara sessiz, lal kalmak, en sıradan bir insanın bile yapabileceği bir şey değilken, ATSIZ gibi Türklük, Türkçülük yapmış, dilci/edebiyatçı/tarihçi/filozof bir kimsenin bu sessizliği hiç bir Türk için yenilir yutulur bir şey değildir. (Sıradan insanların Güneş Dilden filan haberinin olmadığını sen de bilirsin. Dilci, edebiyatçı, târihçi dediğin bir insanın Güneş Dil gibi bir zırvaya sessiz kalmasından daha tabiî ne olabilir? Dilci, edebiyatçı ve târihçilerin vazifesi saçma sapan işlerle uğraşmak değildir elbette. Onlar ilimle uğraşan ciddî insanlardır. Güneş Dil ile sen, Polat Kaya ve peşinize taktığınız tek hücreli cühelâ tayfası uğraşsın. Ayrıca Atsız filozof değildi, elbet her düşünen aydın kimse gibi felsefî görüşleri vardı, ama bu onu filozof yapmaz. Bir de biz Türkler Türkçe yazarken kelimeleri kesme işâreti ile değil, virgül dediğimiz işâretle ayırıyoruz. Güneş Dilliler demek ki kesme işâreti kullanıyor. Türklük yapmak tâbirini de lütfen kullanma, yanlış. Güneş Dil dediğin zırvayla uğraşmak yerine Türkçe öğrenmeye çalışırsan kendine bir faydan olmuş olur.)

6- Atsız, Türk idiyse, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı Türk olması gerekir, TÜRK'ün kurtuluş savaşındaki en önemli GÜNEŞ DİL bilgisinin en yaman savunucusu, koruyucusu, destekçisi, takipçisi olması gerekirdi. (Bak çocuğum, Atsızın Türklüğü hakkında ahkâm kesmek senin gibi zavallıların harcı değildir, boyunu çok aşar. Ne kültürün yeter, ne de zekân. O boyu budayacak da çok adam var, haddini bil! Türkün kurtuluş savaşı en önemli Güneş Dil bilgisi ne demek oluyor? Bunları yazabilmek ne gibi bir rûh hâletinin sonucudur? )

7- Fakat, şimdi ortaya çıkmıştır ki, ATSIZ, bu konuyu ta en başından beri reddetmiş, karşı durmuş, reddedenlerle işbirliği yapmıştır. (Evlâdım, sen ciddî olarak hastasın. Bu konu dediğin Güneş Dil zırvası ise Atsızın bunu red ettiği çoktan beri bilinen bir şeydir. Yâni şimdi ortaya çıkan bir şey yok. Sen yeni öğrendiysen, bu senin cehâletinden kaynaklanan marazî bir durumdur. Bu konuyu red edenlerle ne gibi bir işbirliği yapmış olduğunu da açıklamak senin vazîfendir. İddiâyı isbât müddeîye âittir. Hukukta öğretilen ilk kurallardan biridir. Bir hukukçuya sorarsan ne demek olduğunu sana anlatır. İstersen Güneş Dil bilenlerinden birine sor, tercüme de edebilir, kelime haznesi yeterliyse.)

8- Bunlar şimdiye dek sorulmadığı, üzerinde düşünülmediği ve yanıtlanmadığı aşikar olan sorulardır. Bu sorular ATSIZ'ın Türk halkı üzerinde kurduğu tabusal işgali sorgulamak gereği doğduğunu kanıtlamaktadır. (Sorulmayan, üzerinde düşünülmeyen, yanıtlanmadığı âşikâr olan sorular nelerdir? Bunlar Atsızın Türk halkı üzerinde kurduğu “tabusal işgali” sorgulamak gereği doğduğunu kanıtlamaktadır  ne demektir? Sorulmayan, üzerinde düşünülmeyen, yanıtlanmayan sorular neyi, nasıl kanıtlar?  Bilhassa tabusal işgal teriminin ne demek olduğunu çok bilmek isterdim.  Dedim a, kafan biraz değil, çok karışığa benziyor. Güneş Dille uğraşmak kolay değil tabiî. Türk halkı üzerinde tabusal işgal kurmak. Vay canına. Gel sen gene de Türkçe öğren istersen.)

9 - ATSIZ, Türklük değil başka bir şey yapmıştır. Bu kesindir. (Tekrar ediyorum, Türklük yapılmaz. İyi de kesin olan nedir, ne yapmıştır Atsız? Şimdi ben kalkıp “Kamil çok büyük bir enâyilik yapmıştır, kesin bilgi, yayalım” desem herkes o enâyiliğin ne olduğunu merak etmez mi? Eder, ben de açıklamak zorunda kalırım, değil mi evlâdım?)

10 - GÜNEŞ DİL'in ne olduğunu, ne demek olduğunu, kapsam ve içeriğinin nerelere vardığını bilmeyen, anlayamayan insanlar susmalı, öğrenmeyi tercih etmelidir. (Güneş Dil denen saçmalığın ne demek olduğunu, kapsam ve içeriğinin nerelere vardığını bildiğini, anladığını sanan insanlar susmalı, gerçekleri  öğrenmeyi tercih etmelidirler demek çok daha doğru olurdu.)

11 - ULU ÖNDER,  BÜYÜK BİLGE, son nefeslerinde "Aman dil... Aman dil..." diye sayıklamış, bu sözcükler, koma süresince Atatürk'ün dilinden hiç düşmemiş, nadiren gözlerini açıp kapadığında sık sık "Dil efendim dil... Aman yarabbi... aman dil..." demiştir. (Atatürkün son nefesinde ne dediği yanında bulunanlar tarafından duyulmuş ve sonradan da yazılmış gerçekler var iken bu gibi saçmalıkları uydurmak ne ile izâh edilir bilemiyorum, biliyorum da susmayı tercîh ediyorum. Goebbelsi okusaydın söylenilen yalanların inandırıcı olması gerektiğini bilirdin.)

12 - Sayısız iftiracının, satılık kalemin, yalancı ve işbirlikçilerin aldatmacalarına rağmen, ULU ÖNDER BÜYÜK BİLGE, GÜNEŞ DİL'den asla ve kat'a vazgeçmemiş, geri dönmemiştir. (Yere göğe sığdıramadığın büyük bilgenin hayatını dikkatlice oku. Satılık kalem, yalancı, işbirlikçi gibi yuvarlak sözlerle bir yere varamazsın. Bunlar kimdir, neden işbirlikçidir, kimlerle işbirliği yapmışlardır vs. gibi iddiâları açıklamak zorundasın. Yoksa senin hakkında da havada kalan iddiâlar yazılır, üzülürsün.)

13 - ATSIZ, yapılan bu zulme kör, sağır ve dilsiz kalmakla, hainlere yardım ve yataklık etmiştir. (Daha önce de dedim, tekrar ediyorum. Sen ve benzerin zavallılar Atsız hakkında ahkâm kesebilecek ne bilgiye, ne de kültüre sâhip insanlardır. Atsız hâinlere yardım ve yataklık etti demek terbiyesizliğin ve küstahlığın danıskasıdır. Aynı şekilde cevap vermesini ben de bilirdim, ama o zaman Kamil Kartalın seviyesine düşmüş olurdum.)..."


"BİLGİLİ"(!) BİR ALİME(!) HANIMIN BİLMEDİKLERİ!

Bir alaylı alimemiz var. Kendisi aslen resim öğretmeni olmakla birlikte kaya resimlerinden mimariye, arkeoloji, sanat tarihi, tarih, dil, etnografya, din ve mitoloji gibi alanlarında uzmanmışçasına yaptığı paylaşımları ve takipçilerinin kendisine "hocam" demesiyle tanınır. (Aslında onu bu şekilde tanıyan sadece biziz). Neyse efendim, bahsi geçen bu hanımefendiye facebook mecrası yetmemiş olacak ki 1 ay kadar evvel TRT'de bir programa katılıp ışık saçmaya devam etmiş. (Program linki: https://www.youtube.com/watch?v=WkTohojThY0&feature=youtu.be ) Hanımefendi 15 dk boyunca konuşmuş ancak herhalde hanımefendi gibi "bilgili" olmadığımdan olsa gerek hiçbir şey anlamadım. Konuşmanın başlarında "Zeus'un göksel karşılığı Jüpiterdir" ve hemen ardından "Tanrı Ülgen'in de göksel karşılığı Jüpiterdir"demiş. Şimdi hanımefendiye "Jüpiter değil Iupiterdir o. Hem de göksel karşılık falan değil, Helen panteonundaki Zeus Roma panteonunda Iupiter olmuş, Tanrı'ya gezegenin ismi değil, gezegene Tanrının ismi verilmiş" desem anlayacağı konusunda şüpheliyim. O sebeple anlatmamayı tercih ediyorum. 

Bu programdaki asıl "eğlenceli" kısım 9. dk'dan itibaren sunucunun sorusuna verilen bir cevapta saklı. Bazı zamanlarda yazdığınız ya da söylediğiniz tek bir cümle sizin bütün bilginizi açığa çıkartır. Bu da öyle bir cümle. Sözünü ettiğimiz hanımefendi cevaben şöyle bir cümle kurmuş: "Milattan sonra 6.-7. yy'larda dikilen Bengütaşlar dediğimiz hani o sonsuzluk taşlarında üstünde de, Tonyukuk Anıtında da Tanrı Umay Anam gibi bir ifade geçer". Bu cümleye inanmayan olursa yukarıda verdiğim linkte, 9. dk'dan itibaren seyredebilir. 

Bu hanımefendiyi takip edenler, hanımefendinin yüzyıl hesaplamalarıyla başının pek de hoş olmadığını bilirler. Tabii sadece yüzyıl hesaplaması değil, coğrafya bilgisi de sıfıra yakın, neredeyse sıfırın altındadır. Mesela iki yıl evvel  İspanya Granada Müzesinde sergilenmekte olan 10. yy'a ait Endülüs tabağını, 12.-13. yy Selçuklu Tabağı diye yayınlamış; 10. yy'dan kalma dediği bir başka buluntuyu ise Suriye Selçuklularına ait diye paylaşmakta beis görmemişti. 

Neyse biz yine 9. dk'daki o harika cümleye dönecek olursak, bu hanımefendi bir çok şeyi bilmiyor. Mesela Bilge Kağan ve Kültigin Yazıtlarının bulunduğu Orkun bölgesiyle Tonyukuk Yazıtlarının bulunduğu Bayan Tsokto bölgesinin arasında 500 (Beş yüz) kilometre olduğunu bilmiyor. (Hoş bu en masum bilgisizliği). Mesela  genel kabul görmüş olduğu üzere Tonyukuk'un 724-725 yılında, Kültigin'in 731 yılında, Bilge Kağanın ise 734 yılında öldüklerini bilmiyor. Bu üç büyük Türkün ölüm tarihlerinin 8. yüzyıla tekabül ettiğini bilmiyor. 6. ve 7. yüzyılların hangi tarihlere denk geldiğini, bunların nasıl hesaplandığını bilmiyor. "Tonyukuk Anıtında da Tanrı Umay Anam gibi bir ifade"nin geçmediğini, geçemeyeceğini bilmiyor. Kast ettiği ""Umay gibi öğüm kadın kutunda inim Kültiğin er adı oldu" cümlesinin Tonyukuk yazıtında değil, ondan 500 km uzakta olan Kültigin yazıtının Doğu Cephesinin 31. satırında geçtiğini bilmiyor. Velhasıl görüleceği üzere pek çok şeyi bilmeyen "bilgili" bir alime(!)miz var. Neyse, bana ne! Siz yine onu takip etmeye, yazdıklarını, çizdiklerini beğenip paylaşmaya, "ooooo muhteşem tesbitler sayın hocam" demeye devam edin. 

Yukarıdaki yazıya ek: Geçen Şubat ayında yayınladığım bu yazının akabinde hanımefendi beni (arkadaş listesinde olmadığım halde) engellemiş, facebook'ta yazdığı "şeyler"i göremez olmuştum. Aradan 9 aya yakın zaman geçtikten sonra dün tesadüfen internette aşağıdaki fotoğrafa denk geldim. (Kaynak: http://www.imgrum.org/media/1621309966350489246_1710686182 ) Fotoğraf Istanbulda Türk-İslam Eserleri Müzesinde çekilmiş. Demek ki bu hanımefendi yalnızca Şubat ayında yazdığım şeyleri değil, mesela bir müzede sergilenen eserlere dokunulmaması gerektiğini de bilmiyormuş. Bakalım bilmediği daha başka neler var? Zaman açığa çıkartır. Zaman çıkartmazsa ben çıkartırım. Ve şu hiçbir zaman unutulmasın: İnternette hiçbir şey gizli kalmıyor! 





Bu fotoğraf instagram'da: "Kimse görmedi severken" notuyla paylaşılmış.
Kaynak: http://www.imgrum.org/media/1621309966350489246_1710686182

15 Şubat 2017 Çarşamba

HERKES HADDİNİ BİLSİN!

Gerek bu blog'da, gerek şahsen beni tanıyanlar, son yıllarda Pseudo-History ve bununla bağlantılı kişi ve gruplarla alakalı çok sayıda yazı ve sözüme tanık olmuşlardır. Şu an başka işlerim dolayısıyla devam ettiremiyor olsam da, Pseudo-History konusuyla alakalı bir kitap hazırlığım olduğunu da bilenler biliyor.

Bu pseudo-history gruplarından birisi de kendilerine Güneş-Dilciler diyen bir ekip. "Ata" diye hitap ettikleri, Kanada'da yaşayan, 90 küsur yaşında bir elektrik mühendisinin zırvalarını yayıp durmaktalar. Bununla alakalı örnekleri buraya almıyorum, zira bu yazı o saçmalıkların deşildiği bir pseudo-historian karşıtı yazı değildir. Dünyanın en saçma sapan şeyini gerçekmiş gibi insanlara sunmakta, insanlar da bunu yemekteler. Kimin ne yediği zerre umurumda değil. Ammaaa...

Dün gece, grubun Türkiyedeki yöneticisi olan ve mesleği çevirmenlik olan şahıs, bir tartışma sonrası bir yazı yayınladı. Yazıda özetle Atsız'ın 1930'lardaki o garip Güneş-Dil "şeysi"ne inanmadığı, karşısında olduğu için Türklük ve Türkçülük düşmanı olduğu yazılı. 

Yıllardır içeriden, dışarıdan pek çok kişi, kurum kuruluş Atsız'ı vurmak, onu yok etmek istedi ama hiçbirisi buna muvaffak olamadı. Atsız hala dimdik şekilde ayakta duruyor. Birilerinin Atsız'ın alternatifi diye piyasaya çıkardıkları tiplerin hiçbirisi hatırlanmıyor ama Atsız hala ortada. Atsız'a "Güneş Dil'e destek vermedi. O halde Türk değil" diyebilen bu insan oğlu insan kendi soyunu açıklasa da biz de öğrensek. 

İşin bir başka ilginç noktası da Türkçülüğü ve Türkçüleri ırkçılıkla, kafatası ölçmekle itham eden dincisinden Kemalistine pek çok kişinin iş Türkçülere ya da Türkçülüğe karşı çıkmak olduğunda, hümanizmi ya da pek savundukları "anayasal vatandaşlık bağı"nı bir kenara bırakarak ve ağız birliği ederek "Türkçüler Türk değil" demeleridir.  İki yıl evvel yazıp bu blogda yayınladığım kısa bir notta da dediğim gibi: "Türkçüler, Türk Tarihini bir bütün olarak sever ve benimserler. Osmanlı'yı severiz ama Osmanlıcı değiliz. Mustafa Kemal Atatürk'ü severiz ama Kemalist değiliz. II. Dünya Savaşı'ndan bu tarafa Türkçülüğü Osmanlıcılaştırma heveslilerine nasıl karşı durduysak, son dönemlerde artmaya başlayan Türkçülüğü Kemalistleştirme uğraşlarına da aynı derecede karşıyız. Kendi amaçlarınıza Türkçülüğü alet edemeyeceksiniz!" http://adilyilmaz.blogspot.com.tr/2015/05/kisa-ama-onemli-bir-not.html

Hastalıklı fikirlerini Mustafa Kemal Atatürk adının arkasına saklanarak yaymaya çalışan bu tipleri bilimsel olarak hiçbir şekilde ve ortamda muhatap almam. Yapacakları şey, en fazla sağda solda arkamdan sövmek olacaktır. Ancak işin içine Atsız girdiğinde bu muhatap almama durumu ortadan kalkar. Mezardaki kemikleri eşelemeye uğraşan çakallarla her vakit savaşırım. Herkes haddini bilsin. Yıllar evvel bir yerde yazdığım gibi "Türk mezarı adamı çarpar!" Sen Atsız'a dil uzatmayı hayalinden bile geçirme. Atsız'ın Türklüğüne 1944 Davası döneminde laf etmeye çabalayanlar da tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar. Siz de alacaksınız. 

TTK


3 Şubat 2017 Cuma

UYDURMACILARLA ALAKALI ATSIZ'DAN BİR NOT!

 "Ali Kemal Meram denen kaçığın o kitabını gördüm. Hem de bana kendisi bir gençle göndermiş. Daha sonra çıkan "Tarihte Türk-Rus İlişkileri" adlı kitabını da yine bir gençle yolladı. Bu adam tam bir dejenere. Türk tarihi hakkında pek sathi bilgileri var. Bununla tarih yazmaya, ahkâm çıkartmaya kalkıyor. Kendisine o gençlerle haber yolladım: Ben de kalemi elime alırsam paçavraya çeviririm dedim. Kendisiyle temasta bulunanların anlattığına göre delişmen, çabuk kızan, biraz önce söylediğinin biraz sonra aksini söyleyen bir adammış. Yoksulluk içinde kıvrandığı için üç beş günde bir eser yazıp satarak onunla geçinirmiş. Yani cevap vermeye değmez. Artık bana ümmetçi dedikten sonra ötesi malûm. İpe sapa gelmez birisi. Cevap vermek onu değerlendirecek. Zaten verilecek cevap da yok. Onun için siz de cevap vermeyin. Bilge Kağan'ı Türk peygamberi olarak ilan etmeye kalkıyormuş. Böyle zır deliye elbet cevap verilmez..." 

Atsız, 8 Aralık 1969, Mirat Özçamlı'ya mektubundan..