6 Aralık 2016 Salı

ATSIZ'IN BİLİM ADAMLIĞI

Bu pazar (11 aralık 2016) Atsız'ın Tanrıdağ'a gidişinin 41. yılı. 41 yıldır 11 aralık'ta, 12 Ocak'ta ve 3 Mayıs'ta Karacaahmet Mezarlığındaki kabri başında Türkçüler bir araya gelir, Atsız anılır. Gariptir, yıllardır Atsız'la ilgili anlatılanlar üç aşağı-beş yukarı hep aynı şeylerdir. Atsız'ın bir de bilim adamlığı yönü vardır -ki bence Türkçülüğüyle eşit derecededir- bu konuşma veya yazılarda ya hiç anılmaz, ya da üstün körü, derinlemesine incelenmeden "onun da böyle bir tarih tezi vardır" denilip geçilir. 

İşin bir diğer garip yönüyse Atsız'ın bilim adamlığının Türkçüler tarafından neredeyse hiç bilinmemesi, anlatılmamasıdır. Sanırım bunda milli hasletlerimizden olan romantizmin büyük etkisi bulunmakta. Doğaldır ki Atsız'ın Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Ruh Adam ya da Deli Kurt romanlarındaki romantizm tarih ya da edebiyat alanlarındaki yayınlarında yoktur. Gerçek şu ki o romanlarında tam bir romantik, ancak tarih ya da edebiyat alanlarındaki çalışmalarındaysa gerçekçidir. 

Bu uzun girizgahı yapma sebebim, bu akşam internette rastladığım bir duyuru oldu. Bir üniversitemizde vefatının 41. yıl dönümünde Atsız'ı anmak için bir etkinlik düzenlenmiş. Etkinlik konularından bir tanesi "Sümerlerden Hunlara kadar Türk tarihi". Burada duralım. 

Atsız'ı anmak için yapılan bir toplantıda böyle bir başlık bulunması, bu toplantıyı düzenleyenlerin Atsız'ın Tarih Tezinden hiç haberleri olmadığını gösterir. Zira Atsız, tarih tezini de anlattığı bir yazısında "Türklerin Ana Yurdu Orta Asya'nın batı bölümleridir" diye başlar ve "Tarihte bilinen en eski Türkler Sakalardır" der (Bkz. Türk Edebiyatı Tarihi, Sf. 13-14). Görüldüğü gibi bu tezde Sümer'in, Mezopotamya'nın esamisi okunmuyor. Aksine bir başka yazısında (Türkler Hangi ırktandır, Atsız Mecmua: 6, 1931) şunları söylemektedir: "Türklerin Aryani sayılması neticesinde meydana çıkan telakkilerden birisi de Hititlerin Türk olmasıdır. Bunu ileri süren nazariyeciler, Türklerin anadoludaki eskiliklerini ispat etmek ve bir veraset hakkı bulmak istiyorlar. Şüphesiz hissi cihetten bunu hepimiz isteriz. Fakat, ortadaki hakikat şudur: Hititlerin abideleri okunmuş ve onların Türk değil, Aryani oldukları anlaşılmıştır. Hititlere intisap için Aryaniliği kabul ise, bizim için çok tehlikeli bir yoldur. Bir defa ırkımızın antropolojik hususiyetleri hiç de Aryanilere uymaz. Hatta bizim antropolojik hususiyetlerimizi inkar ederek Anadolu Türkünü eski Yunanlıların bekayası diye göstermek isteyenlere faydalı bir zemin hazırlamış oluruz." Bu satırlardan da anlaşıldığı üzere Atsız, dönemlerini tamamlayarak tarihten silinmiş, sadece isimleri kalmış olan halkların Türk olarak gösterilmesi fikrine sonuna kadar karşıdır. Aynı yazının devamındaysa şunları söylemektedir: "Türkler için yabancı kavimlerin medeniyetine sahip çıkmaya lüzum yoktur. Biz, bizzat kendi yarattığımız medeniyeti tamamen meydana çıkarabilirsek vazifemizi yapmış oluruz". Bu sözler de bir yandan Türkçülük yaptığını ileri süren, öte taraftan dünyadaki bütün milletleri Türk ilan edip herkesi kendilerine güldüren bir kısım zevata ve peşlerinden gidenlere ithaf olunur. 

Atsız'ı Atsız yapan bir diğer önemli olay da yine bilimsel bir hadisedir. 1932 yılında Ankara'da toplanan 1. Tarih Kongresinde Togan hoca'nın bilimsel yaklaşımına karşılık yapılan sözlü hakaretler neticesi Atsız, Edebiyat Fakültesindeki asistan arkadaşlarıyla birlikte Togan'ın yanında olduklarına dair bir telgrafı Ankara'ya yollamıştır. Bu sadece sevdiği bir hocasına karşı gönül bağı değil, aynı zamanda bilimsel gerçekleri savunma adına yapılmış, o dönem için son derece "çılgın" bir eylemdi. Eylemin neticesinde kısa bir zaman sonra Atsız Edebiyat Fakültesindeki asistanlıktan uzaklaştırılmış, bir anda kendisini Malatya ortaokulunda Türkçe öğretmeni olarak bulmuştur. Fakat bu durum onun bilimsel doğruları dile getirmesine engel olmamıştır.

Yine aynı yıllarda Atsız bir diğer yazısına (Alaylı Alimler) şöyle bir giriş yapmıştır: ""Son yıllarda, bilhassa hükümetin millî kültür meselelerine fazla ehemmiyet vermesinden sonra, memleketimizde bir sürü alaylı âlim türedi. Edebiyat, dil ve tarih sahasında ilmî olmak iddiasıyla birçok şeyler yazıldı. Buda’nın Türk olduğu, Arapçının Türkçe’den çıktığı, Türklerin aryanî ve divan edebiyatının gayrı ahlâkî olduğu ispat olundu (!). Dil ve tarih o kadar müptezel oldu ki iştikakçılıkta, palavra atmakta kabiliyetli ne kadar insan varsa hepsi âlim kesildi. Ya felsefe sahasında kemale ermelerinden, ya edebiyat ve tarihçiliğin kendilerine pek kolay gözükmesinden, yahut da felsefe tahsilinin kendilerine bir nevi felsefi görüş kabiliyeti vermesinden dolayı olacak, felsefeciler de bu işe burunlarını soktular. Fakat dil ve tarih sahası felsefe gibi her şeyin bir pundunu bulmak olmadığından yalnızca gülünç olup kaldılar." (Atsız, ORHUN, 21 Mart 1934, Sayı: 5)

Atsız bu yazısında Hasan Ali Yücel'in yayınladığı bir edebiyat kitabındaki fahiş hataları tenkit etmiştir. Bu yazısını "Hasan Âli Beyin Türk Dili Tetkik Cemiyetinde kolbaşı olduğunu öğrendikten sonra zavallı Türkçe’nin istikbalini düşündüm. Ortaya atacağımız yeni ve büyük Türk dilini, demek böyle diplomasız mühendisler yapıyor. Garp medeniyetine girerken her şeyden önce onun ihtisas sistemini almak icap ettiği halde buna hiç riayet olunmaması, ve hele mühim yerlere H. Âli Bey gibi ehliyetsizlerin getirilmesi ne hazin şeydir. Edebiyatla bir parçacık, o da en dışından alâkadar olan H. Âli Bey gibi amatör müptedileri dil cemiyetinde kolbaşı yapmakla, meselâ Abidin Daver Bey’i Yavuz’a süvari yapmak arasında hiç bir fark yoktur. Alaylı âlimlerin eline kalan Türk dilinden katiyen bir hayır gelmeyecektir. Nitekim hâlâ ortaya müspet bir iş koyamadılar; ve katiyetle iddia ediyorum ki koyamayacaklardır da.. Bunların meydana koyacağı esere kimin itimadı olur ki? Muallimler köylerden on binlerce kelime toplar, dil cemiyetine yüzlerce rapor gönderir, fakat H. Âli Bey gibi alaylıların elinde bulunan bir cemiyet ondan istifade yolunu nasıl bulur?
Hasan Ali Bey çizmeden yukarı çıkmayın. Ben içtimaiyat kitabı yazmaya kalkıyor muyum?" cümleleriyle bitiren Atsız, bilimsel gerçekler uğruna yıllarca sürecek bir düşmanlığı da üzerine çekmiş olur. 

Atsız'ın bu konulardaki görüşleriyle ilgili bir diğer ilginç örnekse Adile Ayda ile olan mektuplaşmalarıdır. 1967 yılında Roma Büyükelçiliğine atanan Adile Aydayla  yaptıkları ve yayınlanan mektuplarında bu konularla alakalı ilginç görüşlere rastlıyoruz. "Son zamanlarda bir dergide, Etrüsk yazısını okuyan ve keşifler yapan bir yerli bilginden bahsolundu. Hatta, okunmuş bir hayli kelime de neşrolundu. Fakat bunlar arasındaki kral ve cumhurbaşkanı anlamına gelen iki ayrı kelimeyi görünce, ciddi tarafı olmadığına kanaat getirip ilgilenmedim." (Adile Ayda'ya yolladığı 2 Eylül 1974 tarihli mektup) Allah allah, acaba kim bu "yerli bilgin"? Yoksa... 

Buraya kadar verdiğimiz örnekler Atsız'ın Türk tarihinin başlangıç dönemlerine bakış açısını göstermektedir. Yani Atsız, dünya üzerindeki ömürlerini tüketmiş ve tarihin karanlıklarında kaybolmuş bir sürü halkı Türk ilan eden, nevzuhur ulusalcı-Türkçü(???)lerin ortaya döktükleri fikirlerin tamamına, en başından sonuna kadar karşı çıkmıştır. Bütün bu örneklere rağmen kendilerini Türkçü olarak niteleyen bir kısım zevatın bu tür gerçek dışı saçmalıkların peşinden gitmesi doğrusu traji-komiktir. Bundan sonra Atsız dendiği zaman onun bilim adamlığı yönünün de vurgulanması ve üzerine basa basa anlatılması, onun daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır.

Kısaca özetlemek gerekirse Atsız, nevzuhur tiplerin kafalarındaki ütopik fantezilerin değil, tarihsel gerçeklerin adamıydı. Saçma sapan, deli zırvası fantezilerinize Atsız ve Türkçülüğü karıştırmayın, gidin başka mahallerde, başka başka insanlarla deneyin. Bu mahalle sizin dişinizi kırar. Üzülürsünüz. 

Yazımı Atsız'ın bir cümlesiyle sonlandırmak isterim: "Bu bölgelerde daha eski olmak hiçbir şey ifade etmez, maymunlar daha da eskidir" 

TTK