14 Ocak 2017 Cumartesi

BİR PSEUDO-HİSTORY HİKAYESİ

"İncelediğimiz pseudo-historianların hemen tamamı kendisini ulusalcı, laik, cumhuriyetçi ve Atatürkçü olarak tanımlamaktadır. Konu haricindeki paylaşımlarında bunu açıkça görmekteyiz. Kendilerini o şekilde tanımladıklarından Osmanlı'ya karşı hepsinde aşırı bir kin ve nefret bulunmakta. Sanırsınız Osmanlı Türk tarihinin bir parçası değilmiş veya bunu yazan çizenlerin dedeleri, herşeyden önce cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı tebası değilmiş gibi. Haydi, 1930'ların mantığıyla baktıklarından buna da eyvallah diyelim. Peki bu ekipteki son dönemde artan Selçuklu düşmanlığına ne demeli? Türkler Anadolu'ya 1071'den önce de gelmişlerdir demek başka şey, 1071 Malazgirt Yalanı demek başka şeydir. Zaten hiçbir aklı başında bilim adamı da "Türkler Anadolu'ya 26 Ağustos 1071 Cuma gününden itibaren girmiştir" demez, demiyor da. Malazgirt Zaferinin önemi, Doğu Roma'nın Türkleri Anadolu'ya SOKMAMAK için çıkardıkları son büyük ordunun imha edilmesidir. Bu zaferle birlikte zaten Çağrı Beğ'in Batı Seferinden beri aralıklarla Anadolu topraklarında at oynatan ve 1048'deki Pasinler Savaşında önemli bir Doğu Roma ordusunu yenen Selçuklu ailesinin yönetimindeki Türk boyları Doğu Anadolu yaylası üzerinden kısa zamanda İznik'e kadar hakim olmuşlardı.

Anadolu'ya 1071'den önce geldik diyebilmek için, Malazgirt'i, Selçuklu'yu ve onun büyük sultanı Alparslan'ı görmezden gelmek, hatta "1071 Malazgirt Yalanı" diye her buldukları fırsatta yazmak, çizmek bu nevzuhur ultra milliyetçi-ulusalcı kesimde bir alışkanlık haline gelmiş durumdadır. Yani Osmanlı'dan sonra Selçuklu da bu nevzuhur milliyetçi tiplerce Türk tarihinden ve Türklükten çıkartılmaya çalışılmaktadır. Onları da çıkardığımızda geriye, sürekli karşısında olduklarını söyledikleri emperyalizmin "Asya'dan gelen bir avuç Türk istilacının zorla dillerini benimsettikleri zavallı Anadolu halkları olan Hititler, Frigler, Lidyalılar, Helenler ve Ionlar" yalanı kalır. Herşey düzeltilebilir ancak şimdiye dek müsamaha gösterilen Pseudo-Historianların Türk tarihi üzerinde açtıkları bu zarar hiçbir şekilde düzeltilemez."

11 Ocak 2017 Çarşamba

ATATÜRK ŞAİR DE DEĞİLDİ!

Daha evvel yine bu blog'da "Atatürk Tarihçi Değildi" başlıklı bir notla birlikte Atsız'ın bir yazısını yayınlamıştım. (http://adilyilmaz.blogspot.com.tr/2015/11/ataturk-tarihci-degildi.html) Bu yazıya olumlu olumsuz pek çok tepki geldi. Olumsuz tepkilerin umurumda olmadığını beni tanıyanlar zaten bilir. O sebeple bu gece gözüme çarpan başka bir yanlışı düzelteceğim. 

Facebook'ta şöyle bir paylaşıma rastladım. 

"Gafil, hangi üç asır, hangi on asır 
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler; örtülen doğacak.
Dinleyin sesini, doğan tarihin, 
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak,
Yalan tarihi görüp, doğru tarihe giden.
Asya’nın ortasında Oğuz Oğulları
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz Oğulları,
Doğudan çıkan biz, batı’da yine biz,
Nerede olsa, ne de olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendilerini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri,
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek,
Hakikat nerede, hakikat nerede?
(Atatürk genç bir Subayken Sinop’ta yazmış olduğu şiir)

İlk dikkatimi çeken Atatürk'ün Sinop'ta ne işi olduğu sorusuydu. Zira her yıl 15 Eylül'de Atatürk'ün Sinop'a Gelişi törenlerle kutlanıyor ve kutlanmaya da devam edecektir. Lakin Atatürk daha evvel geldiyse niye 15 Eylül 1928 gelişi olarak kutlanıyor? Bu paylaşımda bir tarih de olmadığından acaba Atatürk "genç bir subayken" Sinop'ta hiç bulundu mu? Bunu araştırırken Sadi Borak'ın bir yazısına denk geldim. "Atatürk'e Ait Sanılan Şiirler" başlığını taşıyan bu makalede merhum Borak, iki şiiri örnek almış ve bunların neden Atatürk'e ait olamayacağını açıkça izah etmiştir. Bu iki şir arasında yukarıdaki şiir yoktur. Bu yüzden yazının tamamını buraya almıyorum. Merak edenler http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-21/ataturke-ait-sanilan-siirler linkinden okuyabilirler. Bu makalede bizi ilgilendir can alıcı kısımları aşağıya alıyorum: 

"Ve böylece anlaşılıyor ki Mustafa Kemal Atatürk Harp Okulu’nda şiirler yazıp ya da çevirip dergilere göndermemiştir."

"Zaten dikkatli bir göz, şiirin kaleme alındığı yer ve tarihe bakarak bunun Atatürk’le ilgisi olmadığını hemen anlar. Çünkü şiirin Sinop’ta kaleme alındığı 25 Aralık 1905 tarihinde, Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Şam’da Altıncı Ordu’da görevlidir. Ne o tarihten önce, ne o tarihten sonra Sinop’ta da bulunmuş değildir." 

Yukarıdaki şiirin gerçekten Atatürk'e ait olup olmadığını bilmiyorum. Lakin Sinop kısmı, beni bu kısa yazıyı yazmaya itti. Belki de bu şiiri Atatürk yazmıştır. Bilmiyorum. Zaten işin o kısmı benden ziyade Edebiyat Tarihçilerinin ilgi alanına girer. 

Yani? Yanisi şu: Atatürk Şair de Değildi! Yaptıklarıyla zaten büyük olan Mustafa Kemal Atatürk'e, yapmadığı şeyleri izafe etmek Atatürkçülük değil, aksine en büyük Atatürk düşmanlığıdır! 

Fotoğraf: Atatürk Şamdaki 5. Ordudaki arkadaşlarıyla birlikte. Kaynak: http://www.ata.tsk.tr/index.html




5 Ocak 2017 Perşembe

ERK AMCA'NIN ARDINDAN


Erk Yurtsever de gitti!

"Erk Yurtsever gitti" demek "bir devir kapandı" demektir. "Adını Atatürk'ün koyduğu, Haydarpaşa Lisesinde Atsız'ın öğrencisi olan, Türkçüler Derneği'nin kurucularından olup sonrasında Türkçülük fikrinden hiçbir zaman ayrılmayan, yetişen bütün Türkçü nesillerin üzerinde emeği olan bir büyük Türkçü artık yok "demektir!

"Erk Yurtsever gitti" demek "Erk amcam gitti" demektir! "Bayramlarda yanına gittiğim, yaptığım ya da yapmayı planladığım bilimsel çalışmalarda benden daha fazla heyecan duyan, sohbet etmekten en fazla keyif aldığım amcam artık yok" demektir. 

"Erk Yurtsever gitti" demek, boğazımda bir yumruk, ciğerlerimde bir acı demek. 

12 Ocak'ta, özellikle 3 Mayıs'ta Atsız'ın kabri başında gözlerimin en fazla arayacağı isimdir Erk amca. Bundan böyle canım sıkıldığı, bunaldığım, sohbet etmek istediğim zamanlarda kendisini arayamayacak, bir gün önceden telefon açıp sözleşerek evine gidemeyecek, Türk tarihinden, Türk kültüründen, Türkçülükten, dünden, bugünden ve yarından konuşamayacak, dertleşemeyeceğim. Artık git gide daha da yalnız kalıyorum. Atsız'ın Nejdet Sançar için söylediği gibi "Şimdi ben ona arasıra içimden hitap edecek, fakat cevabını alamayacağım".

Senden çok şey öğrendim amca. Ruhun şad olsun! Yattığın yerde dinlen!

TTK  

Foto: Karacaahmet 3 Mayıs 2007