21 Şubat 2017 Salı

TÜRK TARİHÇİLİĞİNİN İŞİDÇİLERİ: PSEUDO-HİSTORİANLAR!

Atsız Orhun Dergisinin 5. sayısında yayınlanan 21 Mart 1934 tarihli muhteşem makalesi "Alaylı Âlimler"e şu cümlelerle başlar: ""Son yıllarda, bilhassa hükümetin millî kültür meselelerine fazla ehemmiyet vermesinden sonra, memleketimizde bir sürü alaylı âlim türedi. Edebiyat, dil ve tarih sahasında ilmî olmak iddiasıyla birçok şeyler yazıldı. Buda’nın Türk olduğu, Arapçının Türkçe’den çıktığı, Türklerin aryanî ve divan edebiyatının gayrı ahlâkî olduğu ispat olundu (!). Dil ve tarih o kadar müptezel oldu ki iştikakçılıkta, palavra atmakta kabiliyetli ne kadar insan varsa hepsi âlim kesildi."

Aradan 83 yıl geçtikten sonra içinde bulunduğumuz durumu, hele ki itibar kürkünü giyip el üstünde tutulan pseudo-historianları görünce aklıma hep bu makale gelir, acı acı gülerim. 

Mesela tarih kitabı olduğunu iddia ettiği bir "şey"i parasıyla yayınlatan lise mezunu bir hanımefendinin "Türk kadını gerekirse sırtında mermi cepheye cephane taşır; gerekirse tarih kitabı yazıp milletini aydınlatır" demesi ve kendisine karşı çıkan bir arkeoloğu (Allah Allah. Acaba kim ola bu arkeolog?) "batı tarzı eğitimle yetiştirilmiş batının etki ajanı" olarak suçlaması(!) geliyor. 

Mesela, bir Hindicilik ve Tavukçuluk Uzmanı'nın Neolitikten Günümüze Türk Tarihi yazması ve adını da "Başyapıt" koyması geliyor. 

Mesela bir resim öğretmeninin facebook'ta "10. yy Suriye Selçuklularına ait buluntu" diye paylaşım yapması, tv'ye çıkıp (Moğolistandaki Göktürk yazıtlarını kast ederek) "6.-7. yylar'a ait" demesi ya da Uygur harflerini Arap harfleri zannetmesi, kendisini uyaran bir takipçisine "aaaa Uygurca mı?" tepkisini vermesi geliyor.

Mesela bir müzik öğretmeninin Helenistik Dönemde Anadolu coğrafyasında yaşayan halkları "Türk" zannetmesine, Pontus Kralı Mithridates'i, Arapça Bedri adı sanki Türkçeymiş gibi, "Pontus Kralı Büyük Bedri"olarak adlandırmasına, yazıp çizmesine gülüyorum. Bunlar yetmezmiş gibi bu kadının yazdığı "şeylerin" 3-4 internet sitesinde yayınlanmasına ve televizyonlara çıkartılıp ciddi ciddi konuşturulması geliyor.

100 yaşına gelmiş bir elektrik mühendisinin "harf be harf" zırvalamalarını Tanrı sözü gibi kabul edip dünyanın bütün dillerinin Türkçeden çıktığını desteksiz şekilde sallayan Güneş-Dil "şeysi"ne inananların bulunmasına, içlerinden bir "çevirmen"in "buna inanmadığı için Atsız Türk de Türkçü de sayılmaz" diye boyunu aşan hadsiz bir dil kullanması geliyor.

Bir seksoloğun, bir emekli diyanetçinin, bir inşaat yüksek mühendisinin, bir baytarın, bir piyanistin Türk tarihi ve arkeolojisi üzerine ahkam kesmeleri geliyor. Gülüyorum ama bu gülüş sadece sinirden ve üzüntüden. Zira bahsi geçen ve tarihten, dilden ya da arkeolojiden gram haberleri olmayan bu türden insanların yaptıklarının Türk tarihini bozmaya dönük organize bir hareket olduğunu görüyor, bulduğum her fırsatta da dile getiriyorum. Lakin bizim millet gündelik siyasetin koridorlarında o kadar kendinden geçmiş durumdaki, çoğunluk bu büyük tehlikeyi görmüyor, anlamıyor.  Yani bu Pseudo-Historianların yaptığının, Suriye ve Irak'ta onlarca arkeolojik alanı, yüzlerce tarihi yapıyı yok eden İşid Terör Örgütünün yaptığının bir farkı yok. İkisi de tarihi vok edip toplumsal hafızayı yok ettirmek için çalışıyorlar. 

Herşey geçer, siyasi çekişmeler biter, savaşlar sona erer, ekonomi düzelir, ancak Pseudo-Historian dediğimiz bu uydurmacı taifenin yaydığı sahte tarihin insanların beyninde oluşturduğu hasar nasıl giderilir? Bizim buna da kafa yormamız gerekir. Kimse "eğitim yoluyla" demesin. Bir kere pseudo-historian zehrini alıp da iflah olan bir dimağ görmedim henüz. Başka bir yol bulunmalı, bulunmakla kalmayıp uygulamaya geçirilmelidir.

Bu yazımı, Atsız'ın Alaylı Alimlerden Hasan Ali Yücel için yazdığı ve giriş kısmını yukarıda alıntıladığım şaheserinin son cümlesiyle bitirmek istiyorum:


"Hasan Ali Bey çizmeden yukarı çıkmayın. Ben içtimaiyat kitabı yazmaya kalkıyor muyum?"

Hiç yorum yok: