Kitabın 3. Bölümü “Turan’ın Kısa Tarihi”
adını taşımakta. [1]
Burada da ilk olarak şöyle bir cümle göze çarpıyor: “Bilgimiz açısından Orta
Asya’nın durumu da İç Asya’dan farklı değildir..” Acaba Orta Asyayla İç Asya
tabirleri arasında bir fark var mı? Açıkçası ben şimdiye kadar bu iki tabirin
de, birbirinin aynı olduğunu biliyordum. Demek ki farklıymış..
“Türklerin türeneği[2], hareket ve
yayılmaları. Bu araştırmaların somut meyveler vermesiyle birlikte, klasik
bilimin Altaylar’ın bile ötesine itelediği bir arazi ile son yıllarda gelişen
ve haklılık ve doğruluk payı son derece yüksek olan, çok daha batıda, hatta
Ortadoğu’da bir kadim Türk yurdu arasında kalan Türkler, sonunda bir sabit yurt
tutabilecekler, hatta göçebelikten de kurtulacaklardır.”
Bu cümledeki yazım ve anlatım bozukluklarını
bir kenara bırakalım. Yazarın burada
“klasik bilim” dediği ve Türklerin anayurdunu Altaylar’ın da ötesine atmaya
çabalayan görüş, batı bilim camiasında kuvvetli taraftarları olan Hint-Avrupa
teorisidir. Bu görüş, dünyadaki bütün köklü medeniyetlerin Hint-Avrupalı
kökenden geldiğini delilsiz, kanıtsız ama ısrarlı bir propagandayla dile
getirmektedir.[3]
Önceki yazımızda da değindiğimiz üzere Türkler göçebe değil konar-göçerdir.
Tarihin hemen her döneminde de bu yaşamı devam ettirmişlerdir. Hâl böyleyken
hala “Türkler göçebedir” akla, mantığa ve bilime sığar bir tarafı yoktur. [4]
“Cengiz Han da Oğuz soyundandır” sözü de
ilgi çekicidir. [5]
Şimdiye kadar böyle bir iddiayı duymamıştım. Bu cümlenin dipnotunda ise bu söze
açıklama yerine Şecere-i Terakime ve
Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi Togan hoca’nın “Oğuz Destanı” isimli
eserine gönderme vardır. Bu göndermeler de Oğuz han’ın atalarıyla ilgili
bilgileri içermektedir. [6]
51. sayfadaki bir dipnotta geçen bir söz de
dikkatimizi çekti. [7]
“ (Özbekler) .. Taşkent ve etrafını alınca, onlardan kopan ve bozkır’da serazat
yaşayan kimi mirzaların çevresinde toplanan çeteler, sonraki Kazak halkının
nüvesini teşkil etti.” Bağımsız yaşam süren bozkırdaki küçük obaları çete
olarak adlandırmak, herhalde şimdiye kadar Rusların bile aklına gelmemiştir. Türk
tarihini layıkıyla bilmezseniz, Motun Yabgu’yu rahatlıkla bir baba katili, Köl
Tigin ve Bilge Kağan’ı darbeci, Attila veya Çingiz Kağan’ı da istilacı vahşi
olarak görebilirsiniz. Tıpkı Kurtuluş Savaşımız sırasında Ankara’daki Mustafa
Kemal Paşa’nın çeteci ilan edilmesi gibi..
Yine aynı cümleye göre Kazakların en erken
16. yy’ın ortalarında, yani Şeybani hanlarının bugünkü Özbekistan taraflarına
yerleşmesinden sonra ortaya çıktığı gibi bir sonuç çıkıyor ki, bu da yanlış bir
bilgidir. Cuci soyundan gelen Şeyban hanları, 15. yy başlarından itibaren önce
Kazak bölgesine hakim olmuş, bilahare 16. yy başlarında, Timurlu emirlerinin iç
mücadelelerinden faydalanarak bütün Batı Türkistan havalisine egemen olmuşlardır.
15. yy ortalarında, takriben 1460 yılı civarında kaynaklarda “Kazak” sözü
geçmeye başlar. [8] Yani görüleceği üzere, Kazak sözü iddia
edilenin aksine daha eskilere dayanmaktadır.
Europid ve Mongoloid tanımlarını kabul
etmeyen yazar, bunların yerine, artık kimse tarafından kullanılmayan eski iki
tabiri kullanmıştır: Beyaz Irk ve Sarı Irk. [9] Tamamen antropoloji
biliminin kendine has sınıflandırmalarından olan Europid ve Mongoloid
tabirlerinin, Türk soyuyla bağlantılı kullanılmasına karşı olmak, bunların
yerine artık dünyada kimsenin kullanmadığı Beyaz, Sarı ya da Siyah Irk
sözlerini getirmek olmamalı.
İlerleyen satırlarda daha önemli şeylere
rastlıyoruz: “Türklerin Sarı Irk’tan oluşu da ispatlanmamış bir konudur. [10] Bugünkü Türklerin
çoğunluğunun bu ırkla bir bağlantısı yoktur.[11] Eski zamanlarda ise,
ilerleyen sayfalarda gösterileceği üzere, Türklerin Sarı Irktan veya Moğolsu
olmalarına zaten imkân yoktur. Doğu Türklerinde göze çarpan Moğolsuluk,
binlerce yıllık içiçeliğin sonucu olsa gerektir. Doğuya gittikçe Moğolsu
özelliklerin artması da bunun göstergesidir.” [12]
Yazarın bu satırlarda sözünü ettiği
“Moğolsuluk”, eğer göz çekikliği ise, bugün Balkan ve Anadolu Türkleri ile
Azerbaycan Türkleri dışındaki bütün Türk boylarında görülen göz çekikliğini neye
yoracağız? Türkistan ve Bozkır coğrafyasındaki büütn diğer Türk boylarının,
yazarın tabiriyle Moğolsulaştığına mı? Peki, bugün dahi dünyadaki bütün Moğol
nüfusu 7.5-8 milyon civarındaysa, bu kadar az nüfusa sahip bir halkın,
kendilerin kat be kat çok ve kuvvetli bir millet olan Türkleri kendilerine
benzetebilmelerinin sebebi nedir? Buna imkan var mıdır? Yoksa, o zaman bütün bu
Türk boyları da mı Moğoldur? Ayrıca, bugün Anadolu Türklerinin pek çoğunda
görülen göz çekikliği ya da Azerbaycan Türklerinin tabiriyle söylemek gerekirse
“kıyıq gözlülüğü” nasıl açıklayacaksınız? Görüldüğü üzere buradaki “Moğolsu”
tabiri de havada kalmaktadır.
Bu alıntının son cümlesinde de “doğu’ya
gittikçe Moğolsu özelliklerin artması” değil, tam aksine, batıya geldikçe (yazarın
tabiriyle) Moğolsu özelliklerin [13] azalması söz
konusudur.
Yine aynı sayfada[14] bulunan 41 numaralı
dipnotta “.. eski Türklerin sarışınlık içeren bir topluluk olduğu
görülmektedir” ifadesi yer alıyor. Elimizdeki tarihi vesikaların hiçbirisinde
bütün Türklere sarışınlık izafe edilmez. Kumanlar dışında herhangi bir Türk
boyunun sarışınlığına yapılabilecek tek gönderme “Sarı Uygur, Sarı Türgiş” gibi
boy adlandırmaları olabilir. Ancak bunun da elle tutulur bir tarafı şimdilik
görülmemektedir. Çünkü böyle bir iddiayı ortaya atanlara haklı olarak, “o zaman
Kızıl Keçililer Kızıl saçlı, Karahanlılar zenci, Ak Koyunlular beyaz tenli
miydi?” sorularını sormak durumunda kalırız..
Yazarın, aynı sayfada göçerlikle göçebeliği
birbirine karıştırdığı görülüyor. “Turan insanının, bozkır kuşağında yaşayanlar
da dahil, yaratılıştan itibaren göçebe olduğunu düşünmek son derece yersizdir.
Göçerlik muhtemelen M.Ö. 4 ila 3. by’dan itibaren tarıma elverişli toprakların
kenarlarında başlamıştır.” [15] Bu cümle de akla “o zaman bu insanlar göçer
hayata geçmeden evvel ne yapıyorlardı?” sorusunu getiriyor. Eğer tarım
yapıyorlardıysa, neden göçer hayata döndüler? Ana ekonomik güçleri at ve koyun
üzerine kurulu olan Bozkır halklarının, bir yere bağlı olarak yaşamaları zaten
imkânsızdır. Yaz ve kış mevsimleri arasındaki büyük sıcaklık farkları da, bölge
halkına konar-göçerlikten başka bir çözüm sunmamaktadır. Bozkır bölgesinde
yaşayan bütün halklar, bu zorunluluk uyarınca, hayvan sürüleri ve bütün
ağırlıklarıyla birlikte, yazın yüksek ve serin yerlerde, kışınsa alçak ve
nispeten sıcak bölgelerde yaşarlardı. Gerek yazın, gerek kışın kaldıkları
bölgeler de evvelden belirlenmiştir. Kimse kimsenin alanına girmezdi. Bütün
bunlar, konuyla ilgili çalışan bütün tarihçilerin ortak görüşü olup pek çok
yayında yer alan bilgilerdir.
Yazar biraz aşağıda, Bozkır bölgesinde
bulunan en eski kültürler olan, Afanasyevo (M.Ö. 2.500-1.700), Okunev Kültürü
(M.Ö. 2.500-1.500 civ.) ve Andronovo Kültüründen (M.Ö. 1.700-1.200) bahsedip
Batılı bilim adamlarının(!) bunlardan 1 ve 3.’sünün beyaz, diğerinin ise sarı
ırka ait olduğu şeklindeki iddialarını yineledikten sonra “Altayların bu
kültürün dışında kaldığını belirtelim”[16]. Elde bulunan
arkeolojik verilerin hiçbirisi, yazarın bu sözlerini teyid etmemekte. Aksine, Andronovo
Kültürünün yayılım alanı, Yenisey nehrinden Hazar’a kadar uzanan bölge olarak
kabul edilmiştir. Altay Dağları bu kültürün K. Doğu sınırıdır.
“Sonraki dönemde, muhtemelen iklim
değişiklikleri sebebiyle, belki de Ceyhun nehrinin sürekli yatak değiştirmesi
ve bu arada etrafı yıkması yüzünden, bizce ise ileride değineceğimiz külli bir
istilâ yüzünden, Aral boylarının kendine özgü kültürü ortadan kalkmakta” diyen
yazar[17], başka bir yerde “Bu ailenin doğu kolunu,
Hint-İran veya eski ismiyle Ari ırkının dili oluşturur. Bunların yurdu, yani
Arianem Harezm civarında olmalıdır”[18] der..
[1] S. 45.
[2] Yazar türenek sözünü ilk
ortaya çıkılan bölge anlamında kullanmıştır. Sf. 46.
[3] İlginçtir, ilerleyen
bölümlerde göreceğimiz gibi, yazar Hint-Avrupalıların bu dayanaksız görüşlerini
bir ölçüde kabul etmiş görünmektedir.
[4] Ortadoğu’daki Türk yurdu
meselesinde ise, hem ilerleyen bölümlerde gerekli izahları yapmaya çalışacağız,
hem de konuyu anlatan yayınları farklı bir makalede değerlendireceğiz.
[5] S. 50.
[6] S. 50. Dipnot: 37.
[7] S. 51. Dipnot: 38.
[8] Konuyla ilgili olarak Doç
Dr. Abdulvahap Kara’nın çalışmalarına bakılabilir.
[9] S. 52.
[10] İspatlanmamış olması
normaldir, çünkü 20. yy başlarında ortaya atılan bu fikir, ispatlanamadığından
artık dünya yüzünde kimse tarafından kullanılmamaktadır. Olmayan bir şeyi,
kimsenin ispatlayamayacağı da aşikardır.
[11] Bu cümleye göre, Türkler
tek bir soydan gelmeyen, bir tür soylar karışması oluyor..
[12] S. 53.
[13] Aslında çekik
gözlülüğün..
[14] S. 53.
[15] S. 53.
[16] S. 54.
[17] S. 55.
[18] S. 158.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder