Kitabın 6. Bölümü “Ariana: Barbarların
istilası” adını taşımakta ve adından anlaşılacağı gibi ağırlıklı olarak Hint-Avrupalılardan bahseder.[1] Hint-Avrupa dilli
halkların yayılım alanlarıyla birlikte tarihçelerinden bahsedilen bu kısımla
alakalı olarak, bizim değil de dil bilimcilerin söyleyebilecekleri olduğunu
düşünüyoruz.
Bu bölümde geçen bazı ifadeler, mantığımızı
zorlamakta: “Baltık Denizi’nin batı sahillerinde çoğalan German kabileleri,
Hunların başlattığı ünlü Kavimler Göçünden en fazla etkilenen ve yurtlarını terk ederek
Avrupa’yı darmadağın eden, ama kıtaya bugünkü görünümünü veren topluluklardır”
sözünde olduğu gibi. [2] Batlık Denizi’nin
batısında İskandinav yarımadası bulunmaktadır ve Hunların bölgeyle bağlantıları
çok da net değildir. Hatta hiç yoktur. Yazarın burada sözünü ettiği, Kavimler
Göçü sonrası Avrupa’ya şeklini veren Germen kabileleri, Karadeniz’in kuzey
taraflarında, bugünkü Kırım’dan başlayarak batıya doğru yayılmışlardır. Yani
Ostrogotlar, Vizigotlar, Gepidler, Vandallar ve Süevler. Bunların kuzey
batılarında, yani Baltık Denizinin güney sahillerinden Ren Nehrine kadar olan
bugünkü Almanya taraflarında ise diğer Germen kabileleri vardı. Yani Angeller,
Saksonlar, Franklar, vd.
178. sayfadan başlayarak diğer sayfada da devam
eden bir dipnotta şöyle denilmektedir: “Örneğin bizdeki “kele- “konuşmak” (gelin
kelimesi ondan gelir ve herhalde kaynanalarca verilmiş bir isimdir)..”[3] Maalesef Türkçe bir
etimoloji sözlüğü açığı bulunmaktadır. Ancak gelin sözüyle ilgili genel olarak
düşünülen, “gelmek” fiilinden türemiş olması gerektiğidir. [4] Aynı dipnotta yazar, Arapça ve İbranicedeki
bazı sözlerle, Türkçe bazı sözleri vererek ses benzerliklerini sıralar. Verilen
bu sözleri topyekün reddetmek şu anki bilgimizce olanaksızdır. Sadece Knesset
sözü ile Kengeş sözü arasında bir benzerlik göremediğimizi söylemek isteriz. [5]
“.. Türkiye’de “aşırı milliyetçi” kimlikleriyle bilinen tarihçilerimizin bile Orta
Asya’ya akınları sırasında Ari kavimlerinin “Türklerin
medeni terakkisini vasıta olduklarını” iddia etmeleridir.” [6] Yazar burada, sözünü
ettiği bu hocalardan örnekler verseydi keşke.. Acaba kimdir bu “aşırı milliyetçi” tarihçiler? Kişisel
olarak, şimdiye kadar böyle bir tarihçiyle karşılaşmadım. Yani hem “aşırı milliyetçi” olacak, hem de “Ariler, Türkler’e medeniyet getirdiler”
diyecek..
Yazarın Hint-Avrupalılar’ın devlet
olgusuyla geç karşılaştıklarını göstermek için ileri sürdükleri görüşlerde de
bazı eksiklikler bulunmaktadır. Evet, yazarın da belirttiği üzere Germen ve
Slav boyları, devletleşme sürecine çok geç, M.S. 5. yy’dan sonra girmişlerdir. Ancak,
onlardan önce dünyanın gördüğü en büyük devlet ve medeniyetlerden birisini
kuran Romalılar ya da Helenistik dönem krallıklarının çoğunun da Hint-Avrupalı
olduğunu unutmamak gerekir. Evet, yazarın dediği gibi Persler, M.Ö. 9. yy’da
İran coğrafyasına girdiklerinde çok ilkel bir durumdaydılar. Medeniyetle
birlikte, toplumun en önemli kurumlarını da, komşuları olan Elamlardan ve
Medlerden almışlardır. Ancak onlardan 1.000 yıl önce Anadolu’ya yerleşerek
devlet ve medeniyet kuran Hititler de Hint-Avrupalı bir halktı.
“Latince ve Türkçe” başlıklı kısım[7] da yazar, Latince bazı
sözcükleri Türkçe bazı sözcüklerle eşleştirmektedir. Verdikleri örneklerden bir
tanesi Türkçe yanak sözüdür. [8] Yazar bu sözü
verdikten sonra, Latincesini Gena, Yunancasını
ise Genus olarak verip bunların Türkçe yanak sözcüğüyle ilişkisini böylece
kurar. Ancak ne Klasik Yunanca
(Hellence) ne de modern Yunanca sözlüklerde Yanak anlamına gelen bir Genus
sözüne rastlayamıyoruz. Elimizdeki (Klasik) Yunanca-Türkçe Sözlük’te Genos, ous’un
karşılığı olarak “cins, soy, tür, kuşak” yazmaktadır. Bu da hemen bütün batı
dillerinde ve bu diller vasıtasıyla bizim dilimizde de kullanılan “gen,
genetik, jenerasyon” sözlerinin kaynağıdır.
Yazar “Zaten Türkçe er kelimesinin
karşılığı Latince vir’dir” diyor. [9] Yazarın buradaki kesin
kanaatinin sebebi, galiba, Türkçe “Erdem” sözüyle Latince benzer anlama gelen “Virtus”
sözünün benzerliği dolayısıyladır. Yani “erdem”in sonundaki –dem’i ve “virtus”un
sonundaki –tus’u atınca kalan iki hecelerin birbirlerine olan ses
benzerliğidir.
Bundan sonraki kısımlarda da yazar sık sık
ses benzerliğiyle anlam çıkartmaya devam etmektedir. “Almanca sagen, İngilizce
say=Türkçe söylemek” gibi, [10]
“.. Ada’ya (Britanya Adası’na A.Y.) göç
eden German kabilelerine katılan bir Hun, belki de Bulgar topluluğunun
varlığını biliyoruz”.[11] Varlığını bildiğimize
göre, bu topluluğun Hun ya da Bulgar olup olmadıklarını da bilmemiz gerekmez
mi?
“.. Türkçe yarumak ışıldamak, parlamak demektir; yaruk ise parlak, aydınlık anlamına gelir. İngilizce’ye çok kelime
veren Bulgarca’da bunun telaffuzu daruk
biçiminde olacaktır.İngilizlerin dark
kelimesiyle neden aydınlığı değil de karanlığı anlattıkları kendi sorunlarıdır”
[12] sözüne cevap
vermektense, bunu burada yayınlamayı daha uygun görüyoruz.
Görüldüğü üzere, yazar bu bölümlerde genel
olarak hep dil örneklerinden yola çıkmıştır. Biz kendi uzmanlık alanımız
olmayan bu konuda fazla bir şey söylemiyor, ancak konunun gerçek uzmanlarının
yorumlarını da bekliyoruz.
Daha önce de değindiğimiz gibi[13] ““Bu ailenin doğu
kolunu, Hint-İran veya eski ismiyle Ari ırkının dili oluşturur. Bunların yurdu,
yani Arianem Harezm civarında olmalıdır” diyen yazar, bu sefer de kökenleri
olarak Doğu Avrupa’yı göstermekte ve dünyaya oradan yayıldıklarını
söylemektedir. [14]
Ayrıca bu halkların sadece Hazar’ın kuzeyinden geçtikleri sözü de düzeltilmesi
gereken bir sözdür. [15] Daha önce de
değindiğimiz gibi, Hazar’ın kuzeyinde göç teorileri pek çok farklı konuyla
ilgili araştırma eserlerinde yer almaktadır. Ancak eğer Hint-Avrupa
halkları Hazar’ın kuzeyinden geçtilerse,
Hititlerin M.Ö. 2. bin yıl başlarında Anadolu’ya göçlerini nasıl açıklayacağız?
Bazılarının dediği gibi Trakya üzerinden mi geldiler? Eğer öyleyse bu göç
hareketiyle ilgili hiçbir arkeolojik malzemenin olmamasını neyle açıklayacağız?
Tabii aynı sorular, Hititlerden hemen sonra Anadolu’da egemenlik kuran Frigler
için de geçerlidir.
Yazar, şâheser buluşlarından birisini de burada yazmıştır: "Farsça'da rastlanan Khor (dağ) kelimesi de Slavca kelimeler gibi aynı kaynaktan alınmışlardır (yani Türkçe or-man AY). Üstelik bunun Sami dünyasına uzandığı anlaşılmaktadır, ki Mekke yakınlarındaki meşhur dağın adı Hira'dır. İsviçre'de de bir dağın adında Hor geçmektedir." [16]
Sami dillerinde dağ ya da tepe anlamına gelen birkaç söz bulunmaktadır. Bunlar Arapça'da Tur (Tur-ı Sina vb), Cebel (Cebel-i Lübnan); İbranice'de ise Har (Armageddon sözünde geçer)'dır. Yazarın mantık kullandığını varsayarak düşünecek olursak, bütün bu dillerdeki dağ anlamına gelen sözleri, "cebel hariç" Türkçe kökenli mi sayacağız? Ya başka birisi çıkar ve "Türkçe'de bulunan Or-man sözünün başındaki or- kökü, Sami kökenlidir. Zira Sami dilleri olan İbranice ve Arapça'da yer almaktadır. Bu dillerdeki geçmişleri de, yazılı kaynaklara dayanarak M.Ö. 1. bin yıl başlarına dek gitmektedir" derse ne olacak? Görüldüğü üzere, Amazon=Amma uzun, Niyagara=Ne yaygara şeklinde giderek tarih olmuyor. Bu şekilde giderek, olsa olsa maskara olunur..
Yazar, şâheser buluşlarından birisini de burada yazmıştır: "Farsça'da rastlanan Khor (dağ) kelimesi de Slavca kelimeler gibi aynı kaynaktan alınmışlardır (yani Türkçe or-man AY). Üstelik bunun Sami dünyasına uzandığı anlaşılmaktadır, ki Mekke yakınlarındaki meşhur dağın adı Hira'dır. İsviçre'de de bir dağın adında Hor geçmektedir." [16]
Sami dillerinde dağ ya da tepe anlamına gelen birkaç söz bulunmaktadır. Bunlar Arapça'da Tur (Tur-ı Sina vb), Cebel (Cebel-i Lübnan); İbranice'de ise Har (Armageddon sözünde geçer)'dır. Yazarın mantık kullandığını varsayarak düşünecek olursak, bütün bu dillerdeki dağ anlamına gelen sözleri, "cebel hariç" Türkçe kökenli mi sayacağız? Ya başka birisi çıkar ve "Türkçe'de bulunan Or-man sözünün başındaki or- kökü, Sami kökenlidir. Zira Sami dilleri olan İbranice ve Arapça'da yer almaktadır. Bu dillerdeki geçmişleri de, yazılı kaynaklara dayanarak M.Ö. 1. bin yıl başlarına dek gitmektedir" derse ne olacak? Görüldüğü üzere, Amazon=Amma uzun, Niyagara=Ne yaygara şeklinde giderek tarih olmuyor. Bu şekilde giderek, olsa olsa maskara olunur..
[1] S. 158’den itibaren.
[2] S. 168.
[3] S. 179. Dipnot: 296.
[4] Belki de “kalmak” sözünden
gelmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu sadece dilci olmayan, dilin geçmişiyle ilgili bilimsel bir eğitimi olmayan bir arkeolog ve tarihçinin sözüdür.
[5] S. 179. Dipnot: 296.
[6] S. 181.
[7] S. 188.
[8] S. 189.
[9] S. 191.
[10] S. 192-193.
[11] S. 195.
[12] S. 198.
[13] Bkz. 3. Bölüm Eleştirisi.
[14] S. 203.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder