“İran-Turan Savaşları” adını taşıyan 8. ve
son bölümde[1]
yazar, efsanelerle karışık bir halde anlatıla gelen İran-Turan Savaşlarını
kendi cephesinden yorumlamıştır.
Bölümün ilk sayfalarında Massaget-Pers
Savaşı[2], ardından da Perslerin
ünlü İskit Seferiyle[3] ilgili Herodotos’ta
geçen bilgileri aynen nakleden yazar aradaki büyük düşmanlığın nedeninin
İskit/Sakaların doğudan Pers ülkesine yaptıkları saldırılarla ilgili olduğunu
söylemektedir. [4]
Yazarın bu görüşü doğru olabilir. Evet, biz o bölgelerle ilgili henüz bir şey bilmiyoruz.
Ancak, söz konusu düşmanlığın nedenleriyle ilgili başka görüşlerimiz de
bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Mezopotamya, Mısır ve Anadolu-Yunan
Dünyasını hakimiyetleri altına alan Perslerin önünde, dünya hakimiyetlerini
engelleyecek tek güç olarak İskit/Sakalar bulunmaktaydı. Bu yüzden de Perslerin
onlara saldırmaları gayet doğaldır. Ayrıca ilk saldırının İskitlerden gelmesi
noktasında da, bahsi geçen saldırı illâ doğuda gerçekleşmiş olmayabilir.
Yazarın da, önceki bölümde belirttiği gibi, İskit siyasi gücü Kafkasların
kuzeyine geri çekildikleri vakit, geride pek çok İskit kalmıştır. Bu İskitlerin
bir kısmı, tıpkı Kimmerler gibi, Med ordusunda asker olmuş ve ayaklanan
Perslere karşı savaşmış olabilirler.
Yazar sonraki kısımlarda İran mitolojisine
girmektedir. [5]
Bu kısımların en ilginç tarafı yazarın, İran mitolojik kahramanı Feridun’u,
Oğuz Han’la, Oğuz Han’ı Zülkarneyn ve Alp Er Tunga ile eşleştirme girişimidir. [6] Mitolojilerin, hele de
büyük ve birbirlerine yakın kültürlerin mitolojilerinin birbirleriyle
benzerlikleri bilinen bir şeydir. Yunan mitolojisindeki Zeus’un hikayesi de,
yazarın bahsettiği hikayelerle paralel özellikler göstermektedir. Babası Kronos’u
öldürmesi gibi.. O halde, bundan birkaç yıl önce mail kutuma gelen ve hâlâ sakladığım
bir mailde olduğu gibi “Zeus da mı bizden?”. Buna kargalar güler.
Ayrıca bu türden çalışmalarda sıkça karışımıza çıkan "dini kitaplara atıf" olayı da ayrıca değinilmesi gerekli bir husustur. Doğu Anadolu ve Azerbaycan topraklarındaki Türk izleriyle alakalı Naci Memiş ve Sadi Bayram'ın iki makalesinde de benzer durumla karşılaşmıştık. Tanrı kelâmı olan ve mutlak bir inanmayı gerektiren kutsal kitaplara yapılacak her gönderme, o konuyu tartışılmaz kılacaktır. Tartışılmazların bilimselliği de hiçbir zaman söz konusu olamaz.
Ayrıca bu türden çalışmalarda sıkça karışımıza çıkan "dini kitaplara atıf" olayı da ayrıca değinilmesi gerekli bir husustur. Doğu Anadolu ve Azerbaycan topraklarındaki Türk izleriyle alakalı Naci Memiş ve Sadi Bayram'ın iki makalesinde de benzer durumla karşılaşmıştık. Tanrı kelâmı olan ve mutlak bir inanmayı gerektiren kutsal kitaplara yapılacak her gönderme, o konuyu tartışılmaz kılacaktır. Tartışılmazların bilimselliği de hiçbir zaman söz konusu olamaz.
Dediğimiz gibi, efsanelerden bahsederek
yola çıkılan bu bölümle ilgili çok fazla bir şey söylemiyoruz. Çünkü efsaneler,
arkeologların ya da tarihçilerin değil, öncelikle halk bilimcilerinin
inceleyeceği bir alandır. Eğer tarihsel vesika ya da arkeolojik malzeme
bulunamazsa, efsaneler ve dil unsurları devreye girmelidir.
“Sonuç” adını taşıyan genel değerlendirme
bölümünde ise [7]
yazar, kitabın başından bu yana savunduğu fikirlerin özetini vermiştir.
“Türkler Altaylar’dan köklenmemiş, oraya
sonradan gitmişlerdir” sözü bizce tehlikeli bir sözdür. Zira bütün Orta Asya’nın,
kadim topraklarımızın bize ait olmadığını, bizim oralara sonradan gittiğimizi
söylemek, o bölgeleri ruhen elimizde çıkarmamıza, “vahşi ve barbar” addedilen
Türklerin, Asyanın tamamını işgal ettiklerini kabul etmemize yol açar ki, bu
herhalde şimdiye kadar pek çok Türk düşmanının aklına gelmemiş bir iştir. Orta
Asya’yı elinden çıkartan Türklerin, dünyanın başka herhangi bir yerinde
tutunabilmelerinin imkân ve ihtimali yoktur.
“Bugünkü Kuzey Irak, Doğu Anadolu ve Güney
ve Kuzey Azerbaycan Türklerin atalarının yaşadığı yerlerdir”[8] diyen yazar, daha önce
bugünkü Hakkari vilayeti topraklarına sıkıştırdığı Türk yurdunu, 15. asırdaki
Akkoyunlu topraklarına genişletmiştir.
“Kürtler aynı kökten geldiği gibi, Fin-Ugor
halklarının, hatta çok erken bir tarihte buradan ayrıldıkları anlaşılan Moğol
ve Mançu-Tunguzların atalarının da buradan gitmiş olma ihtimali yüksektir.” diyen
yazar nihayet sadede gelmiştir. Nedense bütün bu yazarların tek amacı Kürtlerin
Türk olduklarını söylemek oluyor. Tıpkı, bir zamanlar Nurettin Topçu’nun,
ilgili ilgisiz her konferansında “Kahpe Timur” demeyi adet edinmesi gibi. Yalnız yazar, “Kürtler Türktür” demek yerine
daha da tehlikeli bir ifade tarzı kullanıyor. Neyse, bundan sonrası da siyasi
bir yazıya konu olacak derecede güzel bir konu..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder