17 Ocak 2014 Cuma

BİR KİTAP ELEŞTİRİSİ: TÜRK’ÜN GENETİK TARİHİ-GENEL DEĞERLENDİRME

S.A.Pletneva’dan alıntı yaparak[1] Kıpçakları Peçeneklerle aynı gören ve 5.500 yıl boyunca Balkaş Gölün’den Kuveyt’e kadar at koşturtan[2], isimsiz bir İranlı yazarın Peçeneklerin Türkler ve Kazaklardan meydana geldiğini yazan[3], Macarlarla Hunları birbirine karıştırıp onları Peçeneklerle savaştıran[4], Tuna Bulgarlarının Ortodoksluğu kabulünden sonraki ikinci hanı olan ve Kam inancından olan Bulgarları acımasızca ortadan kaldırıp Hristiyanlığı ülkeye hakim kılan Çar Simeon’u Ak-Şaman yapan[5] aynı yazardır.

İbn-i Fadlan’ı Peçenek Ülkesine gönderen[6], De Administrando Imperio sözünü “Evlada Talimatlar” şeklinde çeviren[7], 8. Yy’da bestelenmiş bir Fransız şansonu olan “song about Roland”ı “Vahşi Peçenek Atlıları” şeklinde çeviren[8], “Bozkurt kuvvetli el, Dirayetli Han veya Fırtına anlamına gelir” diyebilen[9] de yine bizim meşhur alimimizdir.

Yazar “mesela Serikliler’in çoğunluğu aslen Peçenektir” demiş[10], Kangarlarla ilgili ilk tarihi bilgi Ortadoğu’dan değil Sümerlerin Saman şehrinden gelir diyerek Mezopotama’yı Ortadoğu’nun dışına itmiş[11], Kazakların Küçük Cüzleriyle Küçük Yüechiler’i ses olarak birleştirebilmiş[12], Kushan’ı KuSun yapıp onu da Ku= Beyaz, Sun=Hun şeklinde tercüme edip[13] ve bu sayede Kushan=Akhun diyebilmiş, Çin’in Kansu eyaletinin adının Han suyu’ndan gelen Türkçe bir söz olduğunu[14] da yazabilmiştir.

Kitabın her tarafında Hun’a Hunlu, İskit’e İskitli diyen, Soğd alfabesine Yunan harfleridir deyip Soğdarı da Yunan harfleriyle Türkçe yazan Türk boyu diye vasıflandıran[15],  Kimeklerin Şatolar diye adlandırıldığını[16] söyleyen, Urfalı Mateos’u Matvey Edessian olarak yazan[17], aynı yazardır.
“Almanların Baltık Slavlarının ve Sarı Türklerin, Slavca dillerinin Baltıkça, Türkçe ve Alman dillerinin bir karışımı olarak doğduğu ve bunların 10. Yy’da Batı Hun İmparatorluğunun tebaası olduğunu da unutmamak gerekir”[18] gibi bir saçmalıklar dizisinin altına imza atabilmek her babayiğidin harcı olamaz. Dil kısmını ya da milletlerin karışımı kısmını geçtim ama 10. Yy’da Batı Hun İmparatorluğundan bahsedebilmek için gayet sağlam bir yeteneğe sahip olmak gerekir. Ama ne yeteneği?

Hun Yabgusu Motun’u babasıyla aynileştirip M.Ö. 240-210 arasında hüküm sürdüğünü yazan, üstüne Motun’u Soğd boyundan yapıp o şekilde de Sakalara bağladığını zanneden de bu yazardır. [19] Mezar hediyesi olarak konulan ahşap testi’den bahseden[20], Don Nehrini Urallara yerleştirip burada M.Ö. 10.000’de Ogurlarla Türklerin bir arada yaşadığı dönemin Ural Birliği olarak adlandırıldığını söyleyen[21], Urallar’dan güneydoğuya göçenlerin Kafkaslara vardığını yazan da[22] aynı isimdir.

Görüldüğü üzere 13 bölüm eleştiri yazdık ve kitabın ancak yarısına gelebildik. Kalan arısında da gözümüze çarpan fahiş hatalar olmakla birlikte, bu eleştiri yazımızı, şimdilik, burada kesiyoruz. Zira akıl ve ruh sağlımızı korumak istiyoruz.

Yazar, kitabın sonunda verdiği ve dipnot mu, son not mu, yoksa kaynakça mı olduğunu anlayamadığımız kısımda da nedense Türkçe kaynaklara hemen hemen hiç yer vermemiştir. Kaynaklarının büyük kısmı Sovyet döneminde yapılan yayınlardır ve bu da bizi, etnogenez politikasına duyduğumuz kin sebebiyle, kuşkuya düşürmektedir. Bir de şunu çok iyi bilmekteyiz ki artık 19. Yy’da değiliz. Hiç kimse hem veteriner, hem mikrobiyolog, hem genetik bilimci, hem arkeogentik uzmanı, hem arkeolog, hem tarihçi, hem dilci olmaz, olamaz. Eşyanın tabiatına aykırıdır. Eğer yazar bu iddiadaysa, bize başka birinin, Reha Oğuz’un bir yazısını hatırlatıyor: “"Bunun için pek çeşitli olan birçok ilimlere merak sardı: Lengüistik, mitoloji, arkeoloji, jeoloji, klimatoloji, paleontoloji, antropoloji, etnoloji, etnogrofi, felsefe, ruhiyat, tarih, preistuvar, sosyoloji,kozmogoni, hukuk, edebiyat, iktisat tarihi, güzel sanatlar tarihi ilahiyat…"[23] Sizce de benzemiyor mu?

Yaklaşık 5 gündür, sayfalar süren bu eleştiriyi yazmamızın pek çok sebebi var. En önemlisi, aldığımız eğitime ve Türk tarihine olan saygımızdır. Birkaç yerde de tekrarladığımız gibi, kimsenin kişisel atış alanı değildir. Tarihimizi küçük görmek nasıl aşağılık duygusuysa, olmayan şeyleri ekleyip olduğundan büyük göstermek de aynı şekilde aşağılık duygusudur. Tarihi değiştiremezsiniz. Değiştirmeye çalışmak, sonradan görme ailelerin kendilerini soylu göstermek adına paşa dede uydurmalarına benzer. Komik durur. Komikten de öte, bir milletin genetiğiyle oynamak olur ki bu asla kabul edilemez. Son yıllarda, bu tür yayınlarda artış olduğunu görmekteyiz. İşin tehlikeli tarafı, halkın bir kısmının bu saçmalıklara gerçek anlamda inanıyor olması. Şimdi bu türden yayınları fark etmeyenler, 3-5 sene sonra üniversite sıralarında karşılarına gelen öğrencilere de gerçekleri anlatamaz. Biz, artık pehlivan tefrikasına dönen bu eleştiri dizisiyle, tarihe küçük bir not düşmek istedik.

Olmayacağını bildiğimiz halde umalım ki, bundan sonra insanlar kendi alanlarıyla ilgili çalışsın, başka alanlara bulaşıp komik ve saçma şeyler yazmasın.

TTK.











[1] Onun da doğruluğunu Tanrı bilir. Zira yazar, isim vermiş ama kaynak vermemiş.  
[2] Sf. 152.
[3] Sf. 153.
[4] Sf. 154-155.
[5] Sf. 155.
[6] Sf. 157.
[7] Aynı sayfa.
[8] Sf. 159.
[9] Sf. 161.
[10] Sf. 162.
[11] Sf. 163.
[12] Sf. 164.
[13] Sf. 165.
[14] Aynı sayfa.
[15] Sf. 167.
[16] Sf. 169.
[17] Aynı sayfa.
[18] Sf. 172.
[19] Sf. 173.
[20] Aynı sayfa.
[21] Sf. 175.
[22] Aynı sayfa.
[23] Bkz. Atsız, Hesap Böyle Verilir broşüründen…

BİR KİTAP ELEŞTİRİSİ: TÜRK’ÜN GENETİK TARİHİ-12

Buraya kadar olan kısımda, yazarın yazdıklarını alıntılayıp uzun uzadıya yorumladık. Ancak, görüldüğü üzere kitaptaki hatalar düzeltmekle bitmeyecek gibidir. O nedenle, bundan sonra sadece kısa düzeltmeler yapacağız.

Yazarın Peisistratos Dönemini anlatırken isimlerini geçirdiği Hoplitliler diye bir halk yoktur. [1] Helenlerde, ağır piyadelere Hoplit adı verilirdi.

İskitlerin B. İskender’in ordusunu yendiğine dair verilen bilgi de hem eksik hem de yanlıştır.[2] M.Ö. 331’de İskender Gaugamela Savaşı sonucunda Persleri yenmiş ve ancak İran’a hakim olmuştur. Doğu Seferine M.Ö. 330’da çıkmış ve kaynaklara göre İskitlerle ancak 329-328’de çatışmıştır. Ayrıca, Hint Seferi sırasında da yenilmiştir.

5. yy’da, Herodot’un, Tarih Kitabında bahsettiği bütün ülkeleri gezmesi de olanak dışıdır.[3]

İngilizlere kimse Saxon demez.[4] M.S. 5. Yy’dan itibaren adaya Germen kabileleri Angeller, Saxonlar ve Jutler yerleşmişlerdir. Onlardan evvel adaya Bretagne adı verilirdi. Bu isim de Kelt kabilesi Bretonlardan gelir. Ayrıca daha evvel de belirtildiği gibi Saxon=Saka denklemini de, herhangi bir kanıt olmadığı için, kabul etmiyoruz.

Önceki bölümlerden birisinde 300 yıllık İskit hakimiyetinden söz eden yazar,[5] nedense bir anda Herodotos’un verdiği tarihe döner: 28 yıl![6]

“M.Ö. 5. Yy’da Grek kolonilerinin Karadeniz kıyısında kurulduğu” şeklinde verilen bilgi de yanlıştır.[7] Helen Kolonizasyonu olarak adlandırılan dönem, kabaca M.Ö. 8. Yy ortalarından başlar ve 6. Yy ortalarına kadar devam eder. Ayrıca İskitlerin bölgeye gelişi, yazarın da birçok kere tekrarladığı gibi M.Ö. 9-8. Yy’dır. Bu konularda yazar herhangi bir Eskiçağ Tarihçisiyle konuşsa, yazılanları okusa, böyle fahiş yanlışlar yapmazdı.
Bir bölüm başlığında geçen “Arkeolojik, Dini ve Mitolojik Kayıtlara ve Süsleme Sanatlarına Göre İskit ve Sarmatların Genetik Kompozisyonu”[8] sözü de anlaşılmaz geliyor. Yukarıda sayılanlardan genetik kompozisyon nasıl çıkarılır? Acaba yazar Mitolojik kayıtlara dna testi mi uygulamıştır?


“Kurgan isim olarak inşaat veya yapı anlamına gelir”[10] sözünü de ilk kez duyduğumuzu itiraf edelim. Genel kabul gören şey, kurgan sözünün Korugan’dan geldiği ve korumak sözüyle ilgili olduğudur.

Taur’dan dağ’a geçişte verilen ses değişimleri[11] bize garip gelmekle birlikte, dil bilimcilerin alanına girdiğinden bir şey diyemiyoruz. Belki de doğrudur. Ancak Etrüsk ve Latin dillerinde, dağ anlamına gelen bir Taur sözü yoktur. [12] Klasik dönem Helencesinden geçen Taur sözünün de, dağ değil Boğa demek olduğunu biliyoruz.

Yunan mitolojisinde Hestia, ev ve ocak Tanrıçasıdır. [13]  Ayrıca, Herodot İskitlerin Ares’e adaklarda bulunduğundan da bahseder. Yani sadece “bir heykel açıklaması” yoktur. [14]

Yunan Pantheonundaki Savaş Tanrısı Ares’in adının İskitçe’den geçtiğini de ilk kez duyuyoruz.[15] Hem de Türkçe Yer-sub sözünden. Doğrusu bu derece yüksek seviyedeki bir ilim(!) karşısında diyecek söz bulamıyoruz.

“Kıpçak adına Çin Kaynaklarında M.Ö. 3. Yy’da rastlanması ve bunlardan birisinin Tsyn-cha olduğu[16]” yolundaki bilgi de, ilk bu kitap vasıtasıyla ulaştığımız bir bilgi. Bunu Çince bilen ve konunun uzmanı olan sayın hocalarıma bırakıyorum. Ama yazarın bu tarihten, M.S. 1000 yılı civarına kadar Kıpçaklara büyük askeri zaferler[17] atfetmesini de algılayamadık açıkçası. Çin, İran, Arap, Bizans, Roma ve Rus kaynaklarının hiçbirisinde geçmeyen, yazıtlarda olmayan bu mühim ilmi bilgiye acaba yazar nasıl ulaştı?

Hemen devamında “… o güne kadar kurulmuş en büyük devletlerden birisi olan İkinci Türk Kağanlığını Kıpçaklar yönetiyordu”[18] sözü de garip. Eşine=Eçine ailesinden gelen Gök-Türk Hükümdarlarının Kıpçaklarla ne alakası var? Bu kadar da saçmalık olmaz.

Uygur Kağanı Moyen Çur’un 759’daki ölümünden sonra adına dikilen yazıtın adı Şine-Usu’dur ve yazıtta Kıpçaklardan söz edilmemektedir. Hele ki Kıpçakların Uygurlara 50 yıldır egemen olduğu[19] yolunda bir şeyin yazıtta olmasına olanak yoktur. Zira Gök-Türk Kağanlığı’nın yıkılması sonrasındaki Uygur Kağanlığı dönemi 742’de başlar. Moyen-Çur da, Uygur Kağanlığının ikinci kağanı olarak 747’de başa geçmiştir. Neresinden tutarsanız elinde kalan bu hayaller, bir akademisyenin kitabında ne arıyor?[20]

“Doğu Avrupa’ya göçten hemen önce Kangarların bir kısmı Kıpçakların bir kısmıyla kız alıp verme dolayısıyla müttefik oldu. Böylece bu yeni birliğe Bacanaklar[21] Birliği adı verildi.”[22] Merak ettim, acaba hangi kaynak bunu veriyor? Wikipedia mı? 

Yazarın sözünü ettiği “Peçenek Bulgarları(!) ile Kıpçakların dil ve etnik birliği olmalı ki 11 yy’da Doğu Avrupa Kıpçak Birliği altında birleştiler”[23] sözüne de sadece şunu sormak istiyoruz. Acaba Dernekler Masası’na resmi başvuru yaptılar da yazarda bu birliğin tüzüğü, müracaat belgesi falan mı var?

Ve asıl bombaya geliyoruz: “Türkiye’de özellikle üniversitede okutulan batı kaynaklı bütün tarihler ikiyüzlü ve palavradır! Bizim içimizde de bunların ajanları cirit atmaktadır!”[24] diyen yazara “hadi oradan” demek istiyoruz. Aslında başka şeyler de söylüyoruz ama her söylediğimizi buraya yazacak değiliz. Ancak herkesin haddini bilmesi gerektiğine inanıyoruz. Daha önce de yazdık, Türk Tarihi kimsenin oyuncağı ya da kişisel egosunu tatmin alanı değildir. Hele ki, tarihçi olmayan, tarih disiplinine sahip olmayanlar için saçmalama, bol keseden uydurma alanı hiç değildir. Eğer gerçekten Türklüğe hizmet etmek isteniyorsa, herkesin kendi bildiği işi yapıp diğer tarafını işin uzmanlarına bırakmaları yerinde olacaktır!








[1] Sf. 125.
[2] Sf. 127.
[3] Sf. 127.
[4] Sf. 129.
[5] Sf. 125.
[6] Sf. 137.
[7] Aynı sayfa.
[8] Sf. 138.
[9] Sf. 139.
[10] Sf. 140.
[11] Sf. 141.
[12] Etrüskçe’de Taur mezar demektir. Latince’de ise conlis ya da collis, dağ anlamına gelir.
[13] Sf. 141.
[14] Aynı sayfa.
[15] Sf. 142.
[16] Sf. 145.
[17] Aynı sayfa.
[18] Sf. 145.
[19] Sf. 147.
[20] Gök Türklerle alakalı olarak Prof. Dr. Ahmet Taşağıl’ın, Uygurlarla ilgili ise Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu’nun çalışmalarına bakılabilir. Her iki hocamın da çalışmaları, referans kaynaklardır.
[21] Yani Peçenekler!
[22] Sf. 150.
[23] Sf. 151.
[24] Aynı sayfa.

16 Ocak 2014 Perşembe

BİR KİTAP ELEŞTİRİSİ: TÜRK’ÜN GENETİK TARİHİ-11

Yazar “Avrasya’da Demir Çağı” başlığını taşıyan bölümde de[1], diğer pek çok bölümde olduğu gibi ve kendi yazdıkları hilafına İskit tarihini ve kurganlardan çıkan eserleri anlatmakta.

Yazar, genel olarak yapılan bir yanlışı burada tekrarlamakta. Altın Elbiseli’nin bulunduğu Esik Kurganıyla Kırgızistan’da bulunan Issık Kul, bizde genelde birbirine karıştırılır. Bir de yazar aynı kurganı anlatırken “Ölü sırt üstü yatırılmış ve başı batıya çevrilmiştir”[2] der. Lakin Esik Kurganında şimdiye kadar ölüyle ilgili ne bir parça kemik, ne de ölü külü bulunmuştur. Yani “ölü” demek bizce anlamsızdır.

Yazar  kurganla ilgili bilgilere devam ediyor: “Issık (yani Esik) Kurganında yapılan Karbon 14 çalışmaları her ne kadar M.Ö. 5. Yy’dan kaldığını göstermekte ise de Jakobsen bunun mümkün olmayacağını, buluntuların en az iki yüz yıl daha eski olması gerektiğini söylemektedir. Yani mezar M.Ö. 700’lerden çok daha önceden kalmadır.”[3] İyi de madem Karbon 14 testleri, kurganın yaşını M.Ö. 5. Yy olarak gösteriyor, kim ve neci olduğunu bu sözlerden anlayamadığımız Jakobsen isimli bilim adamı(?) hangi gerekçelerle bunun tarihini “en az iki yüz yıl önceye” çekmektedir? Yazar adeti olduğu üzere bununla ilgili de bir kaynak göstermemiştir. Ancak kullanılan cümleler akla bazı soruları da beraberinde getirmektedir. Şöyle ki M.Ö. 5. Yy 499-400 arasındaki tarihi kapsar. Bu tarihten 200 yüz yıl öncesi ise 699-600 arasını anlatır. Durum buyken, yani yazarın ismini verdiği Jakobsen kabaca 700-600 arasını işaret ederken, yazar acaba hangi ilmi gerekçelerle bunu “M.Ö. 700’lerden çok daha önceye” tarihlendirmektedir? Doğrusu merak ediyoruz. Hem de, yukarıda belirttiğimiz gibi kurgandan dna’sı alınıp incelenebilecek herhangi bir örnek de çıkmamışken!

Yine aynı sayfanın sonunda[4] yazar, Bozkır Mezar Kültürünün önemli öğelerinden biri olan, defin sonrası kurganda kesilen ve sonra da üstüne dikilen kurban atları için “boğazlanan” tabirini kullanmakta. Kurban hayvanı için boğazlanmak tabiri bizce şık değil.

Diğer sayfada yazar Hitit Kaya Resimlerinden söz ediyor. [5] Ama biz arkeologlar ve eskiçağ tarihçileri biliriz ki Hitit döneminde kaya resminden değil, kaya kabartmalarından söz edebiliriz. Bu kabartmalar içinde özellikle Konya İvriz’deki ve Yazılıkaya Kutsal Alanındakiler önemlidir.[6] Kısacası Hitit kültüründe kaya resminden değil, kaya kabartmalarından söz edebiliriz.

Devamında yazar şunları söylüyor:[7] “Muhtemelen M.Ö. 3.500’lerde Kafkasya’dan kalkan ve Maykop Kültürünün çocukları olan Basklar ve Hiksoslar M.Ö. 1.700-2.000’lerde tekerlekli arabaları ve atlarıyla muhteşem bir resmigeçitle Anadolu’dan Suriye ve Mısır yoluyla İber’e geçerken tanrılaştırıldılar.”[8] Tabii zaten Mısır’dan İber yarımadası (yani bugün İspanya ve Portekiz’in üzerinde bulunduğu yarımada) iki adımlık yol.

Hemen sonra “Grek kaynakları bugün bile hala İskit ve Sarmat yer simlerini korumaktadır”[9] diyen yazar, bizi bir kere daha şaşırtmakta, düşündürmeye, hem de kara kara düşündürmeye devam etmektedir.

Bir sonraki sayfada[10] Herodot’un Tarih kitabından uyarlanan bir harita verilmiştir.[11] Yazar bu haritanın resim altında “Heredot’a göre M.Ö. 450’de Büyük İskitya” yazmıştır. [12] Ama dediğimiz gibi bu harita İskit haritası değil, dünya haritasıdır. Haritaya dikkat ederseniz, Scythia olarak isimlendirilen alan, bugünkü Ukrayna’nın güneyinde, Don ve Dinyeper nehirleri arasındaki bölgedir. O kadar ki bu haritada Kırım yarımadası bile İskit Ülkesi olarak gösterilmez. Farklı bir isimle, Taurica olarak adlandırılır.

Yazar, İskitlerin batısında Trakyalıların yaşadığını söyler. [13] Trakyalı değil, Traklar. Zira coğrafya halka değil, halk coğrafya’ya ismini vermiştir. Trakya, Trakların yaşadığı ülke demektir.

İskit-Kimmer mücadelesini ve İskitlerin Ön-Asya’yı ele geçirmelerini anlatırken şu satırlara rastlamaktayız: “Kafkaslar yoluyla Anadolu’ya göçen Kimmerlerin yurtlarına yerleşip bir kısmını içlerinde erittiler. Kalanlar İran’a kaçıp Med Krallığına sığındı. Fakat İskitler hem Kimmerleri, hem Med Krallığını yok ettiler hem de Ortadoğu’da çok büyük bir alanı yağmalayarak ta Mısır’a kadar ulaştılar. Üç yüz yıl süren yönetimleri süresince…”[14] Yazar tarihçi olmadığı için belki bilmez ama biz söylemiş olalım: Kronolojisiz tarih olmaz! Kronoloji de sadece yıl, ay belirterek değil olayları bir düzen içinde anlatarak olmalıdır. Yazarın alıntıladığımız ilk cümlesinden sanki “Kimmerler kendiliklerinden göç etmişler ve arkalarından gelen İskitler de onların Anadolu’daki topraklarını ele geçirmişler” gibi bir anlam çıkıyor. Gerçek farklıdır. Kimmerler, İskitlerin baskısıyla Kafkasları geçip güneye inerler. Bu bölgede yaklaşık yarım asır kalırlar. Hem Urartu, hem de bugünkü Azerbaycan topraklarındaki Manna-Mada beyliklerine paralı askerlik yaparlar. Ancak bir süre sonra İskitlerin bölgeye gelmeleri karşısında Kimmerler batıya, Anadolu’ya göçerler. M.Ö. 7. Yy boyunca da Anadolu’da yaşarlar. Med Krallığıysa ancak M.Ö. 7. Yy’ın son çeyreğinde ortaya çıkar. Dolayısıyla da İskitlerin önünden kaçan Kimmerlerin, o tarihlerde olmayan Medlere sığınması diye bir durum da mümkün değildir. İskitlerin Med Krallığını ve Kimmerleri yok etmeleri de, hem Med Krallığının daha ortada olmaması, hem de Kimmerlerin Anadolu’da bulunmaları dolayısıyla olanaksızdır. Kimmerler yaklaşık M.Ö. 590 yılı civarına kadar Anadolu’da kalmış, ancak bu tarihten sonra Lidyalılar tarafından Anadolu’dan çıkartılmışlardır. Medlerse, dediğimiz gibi M.Ö. 7. Yy’ın son çeyreğinde çok güçlenerek Kızılırmak’tan İndus Nehrine kadar uzanan alana egemen olmuşlar, ancak yaklaşık olarak M.Ö. 550 yılı civarında, Persler tarafından ortadan kaldırılmışlardır.[15] Konu hakkında bu derece kesin bilgi vermemizin ana sebebi, Y. Lisans Tezimizin konuyla alakalı olması dolayısıyladır.

Gelelim İskitlerin bölgede üç yüz yıl hakim oldukları sözüne. Biz bölgeyle ilgili çalışmalarımızın sırasında, eski yeni, yerli yabancı hiçbir kaynakta bu tarihi ne gördük, ne duyduk. Herodot Tarihinde İskitlerin 28 yıl boyunca bütün Ön Asya’ya hakim olduklarını, ancak Medlerin komplosu neticesinde bu hakimiyetlerinin sona erdiğini söyler. Bunun dışında elimizde herhangi bir yazılı kaynak, maalesef, yoktur. O halde yazar bu üç yüz yıl sonucuna nasıl ve nereden ulaşmıştır? Tarih, hele ki Türk tarihi bu kadar hafife alınacak bir alan mıdır?  Ciddiyet, biraz ciddiyet.  





[1] Sf. 119.
[2] Aynı sayfa.
[3] Sf. 119-120.
[4] Sf. 120.
[5] Sf. 121.
[7] Hititlerle ne alakası vardır denmesin. Kitabın geneli, bu şekilde alakalı alakasız konuların harmanı.
[8] Sf. 122.
[9] Sf. 123.
[10] Sf. 124.
[11] Harita: 3.
[13] Sf. 124.
[14] Sf. 125.
[15] Ayrıntılı bilgi için Herodotos Tarihine bakabilirsiniz.