Bir
önceki yorumumuzda alıntı yaptığımız paragrafın[1]
devamında yazar, nedense konuyu M.S. 11. Yy’daki Türk göçlerine ve dönemdeki
Anadolu nüfusuyla ilgili tartışmalara kadar getirir.[2]
Bu bölümdeki sonuç kısmına, yani Türk
fetihleri sırasındaki Anadolu nüfusunun haddinden fazla abartıldığına biz de
katılıyoruz. Ancak dediğimiz gibi, paragrafın önceki bölümüyle bu bölüm
arasında konu açısından bağlantı kurmakta zorlanmaktayız.
Bir
diğer paragrafta[3]
yazar yine isim ya da kaynak göstermedenHintli, Rus ve Japon arkeologların
yaptığı çalışmaların kendi fikirlerini ne kadar da desteklediği anlatmakta.
Burada geçen “Rus arkeolog ve dilcileri …… burada tutunamayarak İran içlerine
geçerek Mittani medeniyetinin yıkılışında yer aldığını ispatlamışlardır” sözüne
de itirazımız olacaktır. İsimsiz, cisimsiz Rus arkeolog ve dilcileri geçtik,
ama İran içlerinde bulunan bir Mitanni medeniyetini daha evvel işitmemiştik.
Bölge hakkında çalışıyor olmamız hasebiyle, bu konuda söz sahibi olduğumuzu
düşünüyoruz ve soruyoruz: İran içlerinde bir Mitanni Devleti ya da medeniyeti
kurulmuş mudur? Kurulmuşsa ne zaman ve kimler tarafından, hangi tarihlerde
kurulmuş ve yıkılmıştır? Bahsedilen grubun İran içlerine göçüyle ilgili
arkeolojik ve tarihi kaynaklar var mıdır? Varsa nelerdir? Öyle ya, Mitannilerin
bilinen tarihi yaklaşık olarak M.Ö. 1.500-1.300 tarihleri arasındadır. Halkının
Hurri, yöneticilerininse Hint-Avrupalı oldukları söyleniyor. Ve asıl önemlisi,
yerleştikleri alan Kuzey Suriye ve Güney Anadolu. Yani İran değil!
Yazar
bir başka yerde de “M.Ö. 800’lü yıllardan itibaren Sakalar’ın Hükümdar ailesi
olan Şu’lardan” bahsediyor. [4]
Şulardan bahseden en eski kaynak, Divan-ı
Lugat-it Türki’dir. İskender’in Asya’yı istilası sırasında Fergana Bölgesinde
hakim olan Şu Türklerinden ve hanları Şu Kağan’dan bahseder. Ama bunların
Sakalarla alakasından bahsetmez. Togan’a göreyse bu destan İskender’in istilası
döneminden çok dahaönceye aittir. Her neyse ama kaynaklarımızın hiçbirisinde
Saka Hükümdar Sülalesi olan Şular’dan bahsetmiyor. Hele M.Ö. 800’lerden
itibaren böyle bir şeyin şimdiye kadar hiç bilinmemiş, yazılmamış, çizilmemiş
olması çok enteresan. Geçelim.
Hemen
akabinde muhteşem bir mantık silsilesi görüyoruz: “İskit kelimesini etimolojik
olarak inceleyebilmek için Yunan El Yazmalarının okunuş özelliklerini bilmek
gerekir” ve sıkı durun “Bunun için de Rusça ve İngilizce şarttır!”[5]
Lisans eğitimimiz sırasında aldığımız Klasik Yunanca eğitimimiz sırasında,
hocamız bize hiç böyle şeyler söylememişti. Eğer söylemiş olsaydı, Helenceyi
İngilizceyle çözümlerdik. Tabii o zaman derslerimizden, sınavlarımızdan nasıl
bir sonuç alır, hocamızın gözünde ne duruma düşerdik bilemiyoruz tabi. Yahu en az 2.500 yıldır yazılı kaynaklardan,
ki o kaynaklar el yazmaları değil yazıtlardır, takip edebildiğimiz Helence nere,
ilk kayıtlarına M.S. 9. Yy’da ulaşılan Rusça ve neredeyse 15. Yy’da oluşan İngilizce
nere? Helenceyle bu iki dilin ne tür bir ilgi ve alakası olduğunu anlayabilen
varsa bize de açıklasın. En azından bir merakımızdan kurtuluruz.
Devamında
“Bizim prehistoryacılarda[6]
sağolsunlar İskit’i İngilizce’den Türkçe’ye çevirdiklerinden kelime aynen
İngilizce okunuşuyla veriliyor” diyerek Prehistoryacıların günahını aldığının
farkında mı acaba? Zira prehistorya kabaca yazının icadından önceki dönemleri
konu alan bir ana bilim dalıdır. Tarihsel bakımdan İskitlerle ilgilenen dal
Eskiçağ Tarihi’dir. Arkeoloji bilimi açısındansa Klasik Arkeolojinin dönemine
girer.
Aynı
paragrafın devamında “Terim’in eski Yunancası bilinmiyor ama!” diyen yazar, bir
sonraki paragrafta “İskit kelimesi ise Heredot’un[7]
kitabında Σκυθής şeklinde yazılır ve Skuzes demektir” diyor.
Bu mantıkla Herodot, 20. Yy yazarı oluyor. Öyle ya, hem M.Ö. 5. Yy’da
yaşadığını bildiğimiz Herodot’un kitabındaki bir yazımdan bahsedip hem de o
kelimenin eski halini bilmediğimizi iddia etmek garip değil de nedir? Ayrıca
yazar, Yunan alfabesindeki θ (Theta) harfinin (z) olarak okunduğu
kanısına nereden varmış? Herhalde yazar, bunu çözümlemek için Rusçaya danıştı!
Yazar bundan sonra Kimmer ve İskit isimlerinin
etimolojisinden bahsettikten sonra “Böylece Türklerin kadim tarihten beri aynı
isimle adlandırıldığı çıkıyor ortaya. Guz, Oğuz, Uz, Uts ve Got bunlardan
birkaçıdır” der ve böylece Almanca’nın değişik bir lehçesini konuşan, 15. Asıra
kadar da Kırımdaki varlıkları takip edilebilen Gotların Türklüğünü, ölmez
delillerle(!) ispatlamış(!) oluyor. Biz de buna bilim diyoruz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder