Yazar 39.sayfada, kendi ifadesiyle “ABD
derin devletinin “Türklerin Orta Asya kökenini araştır dediği adam” olan Gene
D. Matlock isimli bir Amerikalıdan bahsediyor. [1]
Bu ismi Türk kamuoyu “Ey Dünya İnsanları! Hepiniz Türksünüz” isimli kitaptan
hatırlar. [2]
Bahsi geçen isimle ilgili internet üzerinden yaptığımız araştırmada herhangi
bir akademik geçmişine rastlayamadık. Bir sır var ama ne?
Yazar bir sonraki sayfada şu
hikmetlerde bulunuyor: “Avrupa’da Roma ve Antik Yunan’da bile ölü gömmek için
toprağı kazma geleneği yoktur.”[3]
Bu durumda İtalya yarımadasına M.Ö. 2. Bin yıl göçleriyle yerleşen İtalikleri
nereye koyacağız? Ayrıca yazar, Antik Yunan ve Roma’da herkesin lahti olduğunu
falan zannediyor herhalde. Lahit yaptırma işinin parası olanlar tarafından
uygulandığını, parası olmayanlarınsa bulundukları kültür ya da döneme göre
yakılarak ya da gömülerek defnedildiğini herhalde bilmiyor.
Devamında “Bu bozkırlının
geleneğidir. Adına da Kurgan denir! Kurgan kelimesinin dünyada sadece vardır!
Başka hiçbir dilde yoktur. “ diyor yazar. Başka bir dilde karşılığının olmaması
çok normal zira dünyanın bütün dillerine Türkçe’den geçmiş bir sözdür.
Devem edelim: “Bu millet milattan
önce 7.000 yılında mezar kazmaya ve ölülerini gömmeye başlamıştır.”[4]
Kanıt nerede? Arkeolojik delil olmadan, bu delilleri ortaya koymadan söylenen
her söz, yazılan her yazı masaldır.
“Bu durumda Habil ile Kabil’in
hikayesi ya Bozkırlı Türkün hikayesidir ya da Habil ve Kabil Türk atalarıdır. Kuran
yalan söylemeyeceğine göre o zaman Adem’in çocukları bozkırlıdır. Başka izah
tarzı olamaz.”[5]
Daha önce de söyledik, bir daha tekrar
edelim. Böyle başı sıkıştıkça, kafalarındaki teorilere maddi delil bulamayınca
dini kitaplara atıf yapılmasını, müsbet ilimler açısından doğru bulmuyoruz.
Tamamen, sorgulamadan inanmayı gerektiren din olgusuyla, tartışarak gelişen bilim
aynı şey değildir. İkisi birbirine karıştırılmaması gereken, apayrı
kavramlardır.
Yazarın bundan sonraki bölümde
yaptığı saptamaların bazılarına biz de katılıyoruz. Zira dünya yüzünde
gerçekleşen her iyi şeyin ardında müphem bir Hint-Avrupalı arama sevdasına biz
de karşıyız. Ancak, bir saçmalığa karşı çıkmanın yolu karşısına onunla aynı
derecede başka bir saçmalık çıkarmakla olmaz. Yani yazarın yaptığı gibi “Mezar
Kazma Kültürü protoTürkmen[6]
kitleyi oluşturduğu gibi bu kültürün halefleri farklılaşarak Hind-Avrupa
dillerini konuşan toplulukların da ortaya çıkışını belirlemiştir”[7]
dememek gerekir. Hintlilerle Avrupalıların Türk soyundan geldiğini iddia etmek,
1930’larda Türklerin Beyaz Irktan Avrupalı olduğunu yazan bazı yazarların
yazdıklarını hatırıma getiriyor. İkisi arasında herhangi bir fark yoktur.
Basklarla alakalı genel bilgilerde,
onların hep Orta Avrupa üzerinden geldikleri anlatılırken yazara göre bütün
Ortadoğu ve Kuzey Afrikayı geçerek güneyden İber yarımadasına çıkmışlardır. [8]
Tabii bunun kaynağı da diğer örneklerde belirttiğimiz gibi yoktur! Devamındaysa
“Baskların ince boyunlu sivri dipli sürahi tekniği (Bell Beaker) bunun
devamıdır. Daha sonra bu teknikten amforalar geliştirilecektir” cümlesinde
arkeoloji, “Ayrıca Baskların konuştuğu dil her ne kadar Avrupalı dilciler
tarafından bilinmeyen bir dil olarak tarif edilse de bitişken bir dil olmakla
Altay Dil Ailesine mensuptur. Avar-Çeçen dilidir!”[9]
hükmüyle de dil konusunda yeteneklerini gösterir. Ancak bu kesin hükümlerinde
de kaynak göstermekten özellikle kaçınmakta olduğunu düşündürür.
Yazar, mezar kazma kültürünün
tarihsel gelişimini anlattığı bölümde[10]
dünya genelindeki tarih öncesi döneme ait çeşitli mezarlardan bahseden yazar,
İsrail’deki Skhul Mağarasında bulunan ve 40.000 yıllık olduğunu söylediği
iskeletlerden bahseder (ama bahsederken bu iskeletlerin Erken Homo Sapiens
denilen bir geçiş türü olduğunu nedense belirtmez) ve şu müthiş buluşunu
açıklar: “Ama daha ilginç bir şey vardır burada: mağara ve yığılan taşların
tamamı yoğun bir biçimde kızıl aşı boyası ile boyalıdır!” [11]
Başka bazı yerlerde de yazarın bu kızıl aşı boyasına büyük önem verdiğini,
adeta o boyayı da Türkleştirdiğini görmekteyiz.[12]
Ancak yazar, kızıl aşı boyasının doğadan üretilebilen en kolay boya olduğunu
sanırım bilmemektedir. Ayrıca dediği gibi kızıl aşı boyasına bir kutsallık
verilecekse iş tehlikeli yerlere gidebilir. Zira kızıl aşı boyası, ilk insanın
ortaya çıktığı dönemden beri bilinmekte ve kullanılmaktaydı. En erken kırmızı
aşı boyalı mezar örneklerine günümüzden yaklaşık 270 bin-170 bin yıl öncesine
tarihlenen Zambiya’daki Twin Rivers bölgesinde rastlanılmıştır.[13]
Bu durumda Zambiya’daki buluntuları da atalarımıza, ya da atalarımızı
Zambiyalılara mı bağlayacağız?
Bir sonraki bölüm “Mezar Kazma
İşlemi ve Mezar Odası” başlığını taşımakta olup yazarın bu bölümde iyiden iyiye
arkeolojiye girdiğini görmekteyiz. [14]
yazarın burada sözünü ettiği arkeolojik verileri şu an için tartışmayacağız
ancak bir sözüne takılmış durumdayız. Yazar kurganlardan çıkan eşyaları anlattığı
kısımda “Saka-İskit ve Sabar/Sarmat mezarlarında…” diye başlayan bir cümle
kurmuş.[15]
Bu cümleyle Sabarları da Sarmatlarla aynı gördüğünü göstermiştir. Ancak
Sabarlar ayrı, Sarmatlar ayrı boylardır. Bunu da en ufak bir araştırmada
isteyen görebilir.
[1] Sf. 39.
[2] Gene D.
Matlock, Ey Dünya İnsanları! Hepiniz Türksünüz, Hermes Yay: 2008
[3] Sf. 40.
[4] Sf. 40.
[5] Sf. 40.
[6] ProtoTürkmen
ne demek? Türkmen sözü tarih sahnesine ne zaman çıkmıştır? Vb soruları sorsak
da doğru dürüst bir cevap alamayacağımızı düşündüğümüzden, bunları sormayı
gereksiz buluyoruz. Yazar kitabın pek çok yerinde bu tabiri tekrarladığına
göre, bunun basit bir hata olmadığı bellidir.
[7] Sf. 42.
[8] Sf. 45.
[9] Sf. 45.
[10] Sf. 46
[11] Sf. 47.
[12] Sf. 50.
[13] Neyir
Kolankaya-Bostancı, Anadolu’da Erken Prehistorik Dönem Kırmızı Aşı Boyası
Kullanımı, Anatolia: 38, 2012.
[14] Sf. 50
ve devamı.
[15] Sf. 51.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder